3 Haziran 2018 Pazar

Bu benim Vedam!

Sonra insanlar geçip karşına anlatmaya başlayacaklar sana; ne kadar zor süreçlerden geçtiklerini, ne yaptıklarını, nasıl dayandıklarını... Sonra sıralayacaklar sana; ne kadar güçlü olduğunu, kimisi diyecek ki "Annen için yapma!", kimisi baban, kimisi ailen, kimisi evladın, kimisi başka bir şey için... Özünde her insan kendi yaşanmışlıklarını yükleyecek sana ve sen onları dinlemiş olacaksın sadece...


İnsan... Kadın ya da erkek fark etmeksizin insan... İnsannnn...

Her şeyden önce insanım ben; bilmiyorum farkında mısınız?
Etten kemikten bir insanım; bedenimin içinde saklı olan bir kalbim var. Bakmaya dahi korktuğum yara izlerimi taşıdığım bir bedenim, iki elim, iki gözüm var... Avuç içlerime tel tel dökülen saçlarım, hatta beni gittikçe çirkinleştiren, üzüntülerimi dışa atan sivilcelerim bile var... O bedende taşıdığım çeşitli hastalıklarım var, ve beni kadın yapan, anne yapan bir karnım var; içinde başka bir insan daha taşıyabileceğim... 

Önce insanım işte tam da bu yüzden!!! Ve her insanın kaldırabileceği bazı şeyler vardır. 50 kiloluk bir insana 500 kiloluk bir ağırlık yüklemeye çalışırsanız o ağırlığın altında ezilip, nefessiz kalır... En sonunda da ölür zaten. Şimdi şu lanet olasıca bedenime tonlarca ağırlık yüklemişler bir de utanmadan taşıyacaksın ulan başka çaren yok diyorlar. Nefes alamıyorum diyorum. Hayır. Alacaksın diyorlar. E iyi madem diyorum. Zira ben söz dinlemeyi çok iyi bilen çalışkan bir öğrenci olmuşumdur her zaman. Değil mi?

Beni tanıyan herkes karşıma geçip şunu söylüyor bu sıralar: "Neler atlattığını, ne ölümlerden döndüğünü ikimiz de biliyoruz. Bu kadar yıpratma kendini, zaman ver... Zor olacak ama geçecek." Bu bir çeşit sen güçlüsün, başarırsın demektir. Değilim. Neden biliyor musun okuyucu?

Çünkü benim kapasitem bu kadardı... O kapasite çok zaman önce dolup taşmıştı... Bu yüzden şimdi dayanamıyorum, nefes alamıyorum, bu acıyla sağlıklı düşünemiyorum, sağlıklı kalamıyorum, her gece kalbimi durdurmak için denemeler yapıyor ve ağlaya ağlaya vazgeçiyorum. Neden biliyor musun? Çünkü ufacık, ufacık, çok ufacık bir umuda sarılmak istiyorum. Olmayan o umuda sarılabilmek için bahaneler üretiyorum ve bulamayınca gene başa dönüyorum.

Şimdi canımın parçasından deli gibi kaçıyorum. Yüzüne nasıl bakacağım bilmiyorum. Belki de bu hayatta sahip olabileceği en güzel şeyi ondan almak zorunda kaldım. Buna mecburdum. Onun benden başka sığınacağı tek bir limanı yoktu. Olabilme ihtimalini aldım. Buna mecbur bırakıldım. Tercih etme lüksüm yoktu çünkü. Ben ona sarılıp kokusunu içime çekerken, bir başka kokuyu alamayacak olmanın yükünü nasıl taşırım. Bilmiyorum. En çok ona yaşattığım bu süreçleri nasıl görmezden gelebilirim. Bir gün bana bunun hesabını sorduğunda; nasıl başa çıkabilirim. 

Tek bir ihtimalimiz vardı; yok ettim. Özür dilerim.
Bunu mu söyleyeceğim. 
Hangi yüzle?
Hangi hakla?
Hangi vicdanla?

İçimde bir yerlerde en çok o hissediyordu; en çok o istiyordu. En çok o söylüyordu. Nasıl sakin kalabilirim? Nasıl ağlamam, nasıl üzülmem, nasıl kızmam kendime, nasıl izin veririm tüm bunlara....

Nasıl ulan nasılllll?

Bir kişiye değil binlerce kişiye karşı hissettiğim bu suçluluk duygusunu nasıl bastırabilirim? Peki, bunca şeye rağmen tüm bunlara sebep olandan nefret dahi edemememi nasıl açıklayabilirim?

Ne yana dönsem suratıma kapanan kapılar ardında sıkışıp kaldım. Elinde sonunda yalnız kalıp; tüm bunlarla savaşacak bir güç arıyorum. Bulamıyorum. Herkese karşı suçlu hissettiğim şu benliğimden, böylesine sızlayan kalbimden ve her şeyden çok ellerimden. Nefret ediyorum...

Ellerim... 
Yaz kış üşüyen, hep sızlayan, hep yazan, hep çizen, hep çalışan ellerim... Bir yaraya merhametle dokunan parmaklarım... Bir evi güzelleştiren, bir evi yuva yapan, bir kalemi kağıtlarla buluşturup onu kitap yapan ellerim... Evladına dokunan, bir zamanlar sevdiğinin avuç içleri ile buluşan ellerim... Lanet olasıca ellerim...

Bana tüm bunları unutturacak bir umut var mı? Bilmiyorum. Kendimi öyle bir umut olacağına inandırmaya çalışıyor ve aklımdan geçenleri yapmamak için sakin kalmaya çalışıyorum. Gene de ayaklarım her gece aynı pencerenin önüne getiriyor; aynı yüksekliğe çıkarıyor beni. Her gün aynı denizin kenarına gidip bakıyorum Marmara'nın güzelliğine... Saatlerce o güzelliğe bakıp düşünüyorum. Saatlerce...

O zaman şimdi bu bir veda yazısı olsun; bugüne kadar hayatıma iyi kötü değen her insana...

Sizler kadar akıllı olamadığım için özür dilerim.
Sizler kadar güçlü olamadığım için özür dilerim.
Gereğinden fazla merhametli, iyi niyetli ve vicdanlı olduğumu söylerdiniz. Bunun için de özür dilerim.
Şimdi önümde hiçbir ışık göremediğim için özür dilerim.
Hiçbir zaman tam bir ailem olamadığı için en çok oğlumdan;
Hep anneme hasret kaldığım için annemden,
Yeterince sevgimi veremediğim, doyamadığım, yaşayamadığım aşkımdan...
Özür dilerim...


Bu dünyaya bir daha gelme şansım olsaydı iki şeyi yine de her şeye rağmen yanımda isterdim. Biri oğlumdur. Diğeri sızımdır. 
Biri benden bir parçadır, diğeri beni ben yapandır.
Olduran, güldüren, ağlatan ama en çok hissettiren.
Bana nefes veren, verdiklerini almaktan asla çekinmeyen ama hep çok seven, çok sevdiren... Tüm olumsuzluklara rağmen kusursuz bir güven ile bağlı kaldığım, kusursuz bir sevgi ile tutunduğum... İlkim, sonum... 

Ben senin en kötü halinin, en acımasız yanlarının, en samimi hallerinin ve en sızlatan sözlerinin... Ben senin dünün, bugünün ama asla yarının... Belki başka bir yerde, başka bir zamanda gözlerime değecek olan o gözlerinin bana nasıl baktığını bilirim...

İçimi titreten hallerini nasıl sileyim? Üzüntülerimi silip atmak için çırpınan, yüzümü güldüren... Ağlatırken bile mutlu eden... Beni alıp bambaşka bir dünyada sadece kendine saklayan... Kendinden bile koruyan ama başka kimsenin sevmesine müsaade etmeyecek kadar kendinden bir parça sayan... Kızdığında bile kıyamayan; severken hiç saklamayan... Ellerime bir şahesere bakar gibi bakan ve asla bırakmayan... Yolun sonunda ne olursa olsun; sen olsun diyen... Bir gün ayrı kalsa ertesi gün saatlerce sarılıp bırakmayan... Bana yürüdüğüm o dikenli yollarında; gül bahçesini sunan... Tüm çıkmazlarından; tüm gözyaşlarından, tüm korkularından kaçıp sığındığın kalbim ve tüm kalbimi alıp kendine; pamuklara sarıp sarmalayan hallerin... Hangisini yalan sayıp şimdi hiçliği yaşayabilirim. Canımı en çok acıtanın sen olmasına rağmen gene de tek dermanımın sen olmasını nasıl açıklayabilirim. Bu acıya nasıl dayanabilirim... Nasıl, nasıl, nasıl???

Bilmiyorum. Tek bir şeyi biliyorum ben.

Şayet bir insan gerçekten birine saf bir sevgi ile bağlanmışsa Allah onların yollarını mutlaka ama mutlaka kesiştirir; ama bu dünyada ama başka bir dünyada...

Kalbimin tek doğru yönü olmanın sebebi budur belki. Yüreğimi bu kadar sızlatmanın sebebi. Ve her şeye rağmen yine de "İyiki" diyebilmemin sebebi. İnsan bu kadar çok sevip, bu kadar güzel hissedebildiği birini nasıl hiçe sayabilir ki?

Sayamıyorum.
Ama tek başıma yoluma devam etmeyi; herkesten çok hak ettiğimi biliyorum.

Ben seni her halinle seviyorum.

Bu yüzden en çok sen kendine iyi bak!
Çünkü ben gidiyorum.




-kubraslisen"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yazmasamolmaz