güncel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
güncel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2016 Perşembe

Büyük Şehirlerdeki Küçük Mahalleler

Selamlar Sevgili Okuyucu...

Uzun bir aradan sonra yeniden satırlara vurduk kendimizi... İnsan hayatın karmaşasına karışınca bir şeylere odaklanamıyor; ben de karıştığım o düzenin içinde debelenirken kendimi verip de bir türlü yazamadım işte... Bu gecikme için de senden defalarca özür diliyorum sevgili okuyucu...

Bir süredir iş, ev, çocuk arasında gidip geliyorum ancak bu gidip gelmelerin arasında beni en çok yoran nerede olduğumu tam olarak kestiremediğim iş yerim... Öyle ki sabah başka bir birimde başladığım mesaim, akşam başka bir birimde son buluyor... Aynı kurum içinde farklı birimlerde gününü geçirmek ayrı bir dert iken bir de her gün ya da her hafta başka bir şubede olmak iyice dengemi şaşırtıyor...

Bu hafta da yine birim değil şube değişikliğine giderek Ümrani'ye taraflarında çalışmam istendi. Farklı yerlerde çalışmaktan çok bir yerde düzenimi oturtamamış olmak canımı sıkıyordu ancak bir bakıma da her hafta başka bir yere gitmek; çalışanları tanımam, oranın işleyişini öğrenmem vb. bir çok konuda da bana fayda sağlıyordu... Bu nedenle "Hadi bakalım hayırlısı" deyip Pazartesi günü düştüm yollara.


İstanbul'da yaşayan ve burada çalışan insanlar bilirler; sabahları çekilen trafik çilesi yüzünden biraz daha fazla uyumayı tercih edip kahvaltıdan vazgeçeriz... İstanbul'da çalışan insanların büyük bir çoğunluğu kahvaltısını simitle yapar bir vapurda ya da bir simitçinin önünde... Ben de Pazartesi günü uykumdan fedakarlık etmeyip kahvaltıyı iş yerine bırakanlardan olmayı tercih ettim. İş yerinin yakınlarında bir pastahaneye girip bir simit almak istediğimi belirttim... Adam simidi paketlerken ben de cüzdanımda para arıyordum... Ne yazık ki bankadan çektiğim parayı cüzdanım yerine bir önceki gün giydiğim ceketin cebine koymuştum ve şuan üstümde para yoktu... Üzerimde para olmadığını anladığım an "Neyse kalsın." dedim. Adam da üzerimde para olmadığını anlamıştı tabi harıl harıl para aramamdan... "Abla yarın getirirsin, önemli değil." dediğinde ben şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım. Kendimi kötü hissettiğimden değil aslında, yıllardır bu şehirde yaşıyorum ancak ilk defa bana böyle söyleyen bir esnafla karşılaştım. "Teşekkür ederim ama gerek yok." dememe rağmen zorla simidi elime tutuşturup yolladı. Bu olay gülümsememe sebep olmakla kalmadı aynı zamanda hala daha böyle insanların olduğunu bilmeme de vesile oldu...

O gün şubeden hiç çıkamadım ve dolayısıyla adama parasını götüremedim. Ertesi gün ise adama götürüp parasını verdiğimde beni hatırlamıyordu. Vermesem de önemli değildi adam için... Bu da benim için ayrı bir şaşkınlık oldu tabi... Neyse gelelim Çarşamba gününe... O gün de param bittiği için sabahtan bankaya uğrayıp para çektim; bankanın da bütün  para vereceği tuttu. Ben parayı cebime koyup simitçiye doğru yol aldım; adama en baştan dedim ki "Abi, bütün param var bozabileceksen alayım." Adam da demesin mi? "Abla 2 simidin lafımı olur yarın ertesi gün bırakırsın al sen şunları." Ben gene bir şaşkın, bir hayretler elime simitlerimi alıp iş yerine geçtim. Öğle tatilinde ise paramı bozdurup adama borcumu ödedim. Düşünsenize birine 1 ya da 2 TL lik bir borcunuz var. Ne kadar şaşırtıcı...

Aynı gün, aynı hafta benzer şeyler başıma gelince dedim ki kendime; büyük şehirlerin küçük mahalleleri böyle işte... Daha samimi, daha içten... Daha insan... Korkuları yok mesela; verdikleri onlara geri döner mi dönmez mi? İnsan halinden anlıyorlar mesela... Gülümsüyorlar garip bir içtenlikte ve samimiler her ne yapıyorlarsa... Bu yüzden belki de tüm hafta boyunca daha neşeli, daha mutlu çalıştım. Dışarı çıktığımda endişe ettiğim şeyler daha azdı... Mesela yolda kalsam illa ki biri yardım ederdi; diğer semtlerin aksine...

Doğduğumdan beri İstanbul'dan nefret ettim; sırf bu kalabalık şehirde yapayalnız büyüdüğümüzü bildiğimden ötürü... İnsanlarım samimiyetsiz, vicdansız ve de umursamazlığından dolayı... Ancak gördüm ki bu koca şehrin içinde de bambaşka bir dünya varmış; kendi içinde iyiliğe bakan... Kendi içinde apayrı hayatlar yaşanan...

Bu hafta bu şehre inanmak için bir sebep verdi bana o pastahanede yüzüme gülümseyen adam, bu hafta bu şehre güvenmek için bir sebep verdi bana o simitleri elime tutuştururken içtenlikle bana bakan adam... Bu yüzden onlara bir teşekkür olsun bu yazı... Bu yüzden onlara benden içten bir gülümseme olsun bu sözler....

İyi ki hala siz ve sizin gibi insanlar var be...



19 Mart 2016 Cumartesi

İnsan ne için yaşar?

Bugünlerde en çok sorduğum soru bu kendime... Hayat denen bu ucu açık konu içerisinde insanın yeri nedir? Her insanın kaderi farklı farklı ise; her insan farklı bir amaç için mi nefes almaya devam eder?

Anlatsana be kardeşim! Ne için yaşıyorsun...

Yaşlı, başlı, görmüş geçirmiş ya da ununu eleyip askıya asmış bir insan değilim elbet. Hayatının baharında, küçük bir insan evladıyım sadece; evladının gözlerinde mutluluğu bulan.


Ancak eksik bir şeyler var ve ben onları tamamlayamıyorum. Hayatıma dönüp baktığımda doğduğumdan beri önemsediğim şeylere aslında hiç sahip olmadığımı olamadığımı fark ediyor ve soruyorum kendime "Ne içindi o zaman?"

İşte bu sorunun bir cevabı yok!

Hayatımda önce sevgiyi önemsedim ben. Sevmek ve sevilmek. Eğer sevgilini seversen onunla mutlu olursun; zira onun türlü türlü dangalaklıklarına, öküzlüklerine, kıskançlıklarına katlanırsın. Eğer anneni-babanı kısaca aileni seversen içeriği bozuk ve karmaşık bir hayatın olmaz ve dolayısıyla insanlarla da çarpışık ilişkiler kurmazsın. Okulunu, okuduğun bölümü, mesleğini seversen işini en iyi şekilde yaparsın. Evini seversen, oraya gittiğinde huzurlu hissedersin, çocuğunu seversen iyi bir birey yetiştirirsin...

Ve sevilirsen hep daha iyi bir insan olursun. Hele ki sevdiğin insanlar tarafından seviliyorsan ne ala!



Kendini sevmekten başlıyor işte hayat! Zira kendini seven bir insan, başkaları tarafından da sevilebiliyor. Ancak kendini sevmeyen insanlar sürekli depresif halleri ve karamsar olmaları sebebi ile bir süre sonra karşıdaki insanı gerebiliyorlar.

Ne yapalım o zaman?

Nereden başlayalım sevmeye?

Hangi yolun sonunda dönelim hayallerimizden,

Ve!

Hangi başlangıçta Dur! diyelim umut ettiklerimize...

Ne yapalım sevgili okuyucu, ne yapalım?

Nasıl yaşayalım dersin!

Bu zorlu hayat koşullarında neleri önemsemek bizim için daha doğru olur dersin?

#kubraslisen

16 Şubat 2015 Pazartesi

Bir çocuk doğduğunda bir "Anne"  doğar. 
Ve bir kadın anne olduğunda, bu kapkara dünyanın içine tertemiz kalpli bir evlat yetiştirebilme şansı verilir ona.
Her anne evladının iyi olduğunu bilir ancak bazı anneler gerçekten "İnsan" yetiştirir. 

Çocuklarımıza daha anne karnında başlarız öğretmeye bizler; her gün bizimle büyür, bizimle öğrenir onlar. Bir erkek evlada sahip olmak aslında bu yüzden zordur; çünkü kadına doğuştan verilen narinlik ve analık duygusu erkekte güç ve hükmetme ile kendini gösterir. Erkek doğuştan güçlüdür bedenen; kadın doğuştan zayıf. Bir erkek çocuğu doğduğunda masum bakışlarıyla annesine "Bana gücümü doğru yerlerde kullanmayı öğret" der; bir kız evladı ise "Bana güçlü kalmayı öğret"... Öğretin anneler, çocuklarınıza güçlü kalmayı, gücünü doğru yerde kullanmayı. Sevgiyi öğretin onlara, saygıyı, hoşgörüyü, paylaşmayı. Sevgiyle büyüyen nesiller yetiştirin. Yetiştirin ki bir #özgecanaslan daha yakılmasın, yanmasın. Bir başka anne babanın daha ocağına ateşler düşmesin. Sevgi verin oğullarınıza, bir bayanın ne kadar narin olduğunu, kırılmaması gerektiğini öğretin. Vicdanı öğretin. Vicdanı öğretin ki bir gün bir yerde şeytan dürtse dahi vicdanları korusun hem yüreklerini, hem karşısındaki insanı.

&

Tartışmaya girmiyorum bu konuda bir canlıya uzatılan o kötü ellerin, bir canlıya yapılan bu vahşiliğin hiçbir din kitabında yeri yok. Hiçbir din bir canlıya yapılan zulme hoşgörü ile bakmaz. İnsanlık bir başkasının hakkına ya da bedenine tecavüz etmeyi asla kabul etmedi, etmez. Suçu bastırmak için yapılan saçma sapan yorumlar ise vicdandan ne kadar yoksun olunduğunun göstergesidir. Ağır tahrik olsaydı bile Tanrı size " Şeytana uymayınız" der. Din denen varlık sizi işte bunlarla sınar; çok dindarsınız ya din sizi ağır tahrik vardı diyerek mi temize çıkarır sanıyorsunuz? İyilikten ve insanlıktan yoksun kalplerinizle, tertemiz bir genç kızın bile vahşice katledilmesinde suç mu arıyorsunuz?
Siz suçlusunuz. 
O pis kalplerinizle; eğitilmeyi bekleyen küçücük masumları kirletip birer canavar yarattığınız için.
Siz suçlusunuz.
Bu pis dünyada temiz kalamadığınız; insanları sıfatlara sokup yargıladığınız, kadın diye iteleyip erkek diye pohpohladığınız için.
Siz suçlusunuz.
Din denen şeyi işinize geldiği gibi yorumlayıp, kendi doğrularınızı yarattığınız için.
Siz suçlusunuz;
Siz öldürdünüz #özgecan ı da diğerlerini de...
Siz suçlusunuz beyniniz sadece harama, yanlışa çalıştığı için.

Siz suçlusunuz hanımlar beyler insan olmanın bedenen değil ruhen & kalben bir şey olduğunu anlamadığınız için.