20 Aralık 2020 Pazar

...Hala Var Olanlara...

Merhaba Sevgili Okuyucum..

Buradaysan ve yazdıklarımı okuyorsan, seninle mutlaka bir yerde, bir konuda ya da sadece kalpte... Buluşabilmişiz demektir. Zira yüzbinlercesine değil sadece sana ve aramızdaki bağa güvenip yazıyorum bunca kelimeyi... Seninle paylaştığım şey sadece cümlelerim değil ki... Yüreğimden kopup geliyorlar sana kelime kelime, cümle cümle... Anlıyorsun değil mi?

Son zamanlarda insanlar ve hayatlar üzerine düşünüp duruyorum... Diyorum ki "Kübra baktığın gibi değil. Hayır, hayır! Tam olarak düşündüğün gibi değil." İnsanların anlattıkları kadar mükemmel hayatlar yaşamadıklarını biliyorum ancak neden bunu yaptıklarına dair hiçbir fikrim yok. Neden olduğumuzdan daha farklı gözükmek zorundayız? Bilmiyorum. Neden  bir başkası ile kıyaslanmak zorundayız? İşin kötüsü bunu en başta yapan da bizleriz... Yarış atı mıyız bizler? En iyisi olmak zorunda mıyız? Doğru olmak zorunda mıyız? Neden? Neye göre? Kime göre?

İçimde öyle bir isyan oluyor ki bazen... Çığlıklar ata ata bağırmak istiyorum mesela. Ben ya ben. Buyum. Bu kadarım. Kötüyüm. İyiyim. Deliyim. Sakinim. Gülüyorum. Ağlıyorum. Koşuyorum. Düşüyorum. Kalkıyorum. İnsanım yahu! İnsan olmaya çalışıyorum. Mutlak doğruyu aramıyorum ki ben! Yok öyle bir şey bunu biliyorum. Mutlak iyi! Mümkün mü ki? Sana göre bombok olan hayatım bana göre bu dünyada sahip olabileceğim en değerli şeydir belki. Nereden biliyorsun ki... 

İnsan olduğumuzu unutturuyorlar bize. Acımadan. Hiç düşünmeden. İsimlerimizin önüne sıfatlar koyuyorlar. Birinin kızı, diğerinin kardeşi olmaktan öteye gidemiyoruz. Genç iken bir kalıba sokuluyoruz, evlendiğimizde bambaşka bir kalıba. Anne oluyoruz. Anneliğin getirdiği sıfatlarla yaşamaya zorlanıyoruz. Meslek sahibi oluyoruz. O mesleğe uygun kalıplarla yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Bahsettiğim şey yerine göre davranmak değil. İnanın bana değil. Her yerde her şeyin yapılamayacağını benim 6 yaşındaki oğlum bile biliyor artık. Mesele bu değil. Mesele zorunda bırakıldıklarımız. Mesele yargılanmalarımız. Mesele yargılarımız, yadırgamalarımız... Olması gereken bu mu? Sence olması gereken bu ama bence olması gereken bu değil. Ne yapalım şimdi?

Doğal olarak zamanla fark ediyorsun ki... 40 farklı karakterin olmuş. Orada bambaşka birisin, burada bambaşka... Asıl olmak istediğin kişi değilmişsin. Kendine yaptığın en büyük kötülük buymuş aslında. Sen, sana bunu yapmalarına izin vermişsin. Çünkü bu sana öğretilen bir bilgi. Olması gerektiği gibi...

Ne yazık ki... Bu durum... Yaşadığın ülkenin gerçeği... Ve bana göre hepsinin özünde yatan temel nedeni; sevgisizliğimizdi..

Dünyevi şeylerle o kadar meşgulüz ki... Ödümüz kopuyor biri bizim hakkımızda kötü konuşacak diye... Bu yüzden çoğu insan ilk okulda okuduğu bir kaç kitap dışında hiçbir fikri olmamasına rağmen lafta şunu söyler: "Ooooo zamanında çok okudum ben." Sorsan tek bir dünya klasiğini bilmez ama. Sorsan her insanın iyi bir müzik kulağı, çok yaşanmışlığı, feleğin çemberinden geçmişliği, o yolları yüzellibininci kez gidip gelmişliği vardır. Eeee ne oldu şimdi... 

Geçtiğimiz günlerde iş yerinde bir arkadaşımız böbürlene böbürlene okuduğu üniversiteleri, bildiği dilleri, çalıştığı kurumları anlatıyordu. Anlattığına göre çok güzel kurumlarda, çok güzel pozisyonlarda çalışmış. 4 adet üniversite bitirmiş. 3 adet yabancı dili varmış. Tamam da ne iş yapıyorsun ki? Ya da şöyle söyleyeyim. Sen karşında lise mezunu, tek derdi ailesini geçindirmek olan bir adama neden bunca şeyden bahsediyorsun ki? Senden bunu anlatmanı kim istedi ki? Normal şartlarda iş yerinde hiçbir muhabbete katılmam, tartışmalara girmem ve kimseyle iş dışında bir ilişki -yakın ilişki- kurmam ancak kadının çocuğu ezer gibi konuşmasına öyle bir sinir oldum ki... "Ben." dedim. "Gittim paşalar gibi bir üniversite okudum. Dil falan da öğrenmedim bak. Geldim burada çalışmaya başladım. Senin de geldiğin noktaya bakarsak. Bence onca zamanı boşuna harcamışsın. Çünkü elinde sonunda o kadar donanımına rağmen hiçbir donanımı olmayan benimle aynı işi yapıp, aynı maaşı alıyorsun." Sonunda sustu ve işine döndü. Karşındaki insanı neden ezmeye çalışıyorsun anlamıyorum. Ne geçiyor eline? Ne olmuş bilmem kaç dil bilmişsen. Ne olmuş orada çalışmışsan. Ne olmuş kardeşim istersen 15 tane üniversite bitirmişsen. Bugüne bak. Yarına bak. Ne oldu? O adamı orada ezip, ben senden daha donanımlıyım dedin de ne oldu? 

Bu tablo tam olarak bu şehrin özeti işte. Birileri hep birilerini ezmeli. Birileri hep birilerinden fayda sağlamalı. Çıkarı olmalı. İşine yaramalı. Tüketmeliyiz birbirimizi. Nefret etmeliyiz. Kan kusturmalıyız. Ağlatmalı, acıtmalı, moral bozmalıyız. Bunu mutlaka yapmalıyız. Yapmazsak olmaz çünkü. 

Bu kötü dünyaya rağmen iyi kalmaya çalışıyorum. Bu lanet olasıca fikirlerinize rağmen tertemiz bir insan yetiştirmeye çalışıyorum. Kalbine iyiliği ekebilmek süper bir üniversitede süper bir bölüm okumasından daha değerli benim için. Sırf bu sebeple çevremdeki birçok insan "Salak" olduğumu düşünüyor. Ancak umurumda değil. Bugün tüm gün bir kedinin peşinde onu sevmek için dolaşan oğluma bakıp aynı şeyi düşündüm. "Senin kalbin benim en büyük servetim." Daha fazlasına sahip olmak gibi bir derdim yok. Olmasın da zaten...

Doğduğum, doyduğum ve doğurduğum bu şehirde her gün bir başka kimliğe bürünmemi isteyen insanlara rağmen gene bildiğimi okuduğum için bu kadar uçta yaşıyorumdur belki (Kime göre,neye göre tabii ki belli değil!). Çünkü ben bir fincan kahvenin 40 yıllık hatırına, bir sese, bir söze çok şey borçluyum... Ben o anların değerine, mutluluğumu borçluyum. Samimiyeti, sevgiyi, sevecenliği beklediğim onca insandan karşılık olarak ne görürsem göreyim. Bozmadım kalbimi... Bozmayacağım...

Ve sevgili okuyucum. Biraz olsun düşünürsen anlayacaksın.

Bu dünyada aslında olmak istediğin gibi bir insan olabilmeyi başarırsan. Muhtemelen "farklı" olarak adlandırılacaksın. Ama inan bana. Farklı olmak, herkes gibi olmaktan iyidir. En azından gerçekten insanım diyebilirsin. Vicdanı, merhameti bilirsin. Samimisindir. Sevginde de. Nefretinde de. Nezaketinde de. Kabalığında da. 

Bilirsin.

Bize samimiyet lazım sadece.

Samimi niyet.

Niyet bu dünyadaki her şey demek.

Dilerim ki benimle buluşan ve bunları okuyan o güzel gözlerin hep mutlulukla ışıldasın sevgili okuyucum. Seni tanımasam bile bilmeni isterim ki... Bunca satırdan anladığın o şey. Bizim ortak noktamızdır. Kalbimiz... Senin o güzel kalbinden öperim. 

Yine buralarda buluşalım. Yazalım, okuyalım. Şarkılar söyleyip, dağılalım...

Ama söz ver; bir sonraki buluşmamıza daha da mutlu olalım...

Şimdilik hoş kal.

Hoşça kal okuyucum. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yazmasamolmaz