öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2017 Perşembe

"Beklentisiz Sevmek"

Beklentisiz sevmek..
O da beni sevsin demeden.
Kendince biçim vermeye, değiştirmeye çalışmadan. Olduğu gibi sevmek.
Eksiğiyle,
Yarımıyla,
Barışamadığıyla,
Başaramadığıyla,
Yarasıyla,
Sızısıyla..
Hesapsız sevmek..
Dualarınla büyüterek sevmek.
Neyi, kimi seviyorsan işte böyle sevmek.
“Kabul”le sevmek!
SEVMEKTEN BÜYÜK DEĞİL HİÇBİR ŞEY!
Üstelik öyle berrak, öyle saydam ki sevginin aynası;
İçinden geçince, içine geçince, hem kanıyor hem de büyüyor insan. 
İşte öyle güzel sevmek.
İşte öyle güzel sevilmek.



#alıntıdır

12 Ekim 2017 Perşembe

Belki biraz...

İnsan hayatı boyunca kaç kere kalbini dinler, kaç kere izin verebilir bir başkasının kalbini kırmasına bilmiyorum. Ancak bir şeyi çok iyi biliyorum ki sonunun kötü olacağını bilse de insan; vazgeçemiyor gönül hanesinin başköşesini bir başkasına vermeyi…

Hani doğamız gereği kalamıyoruz yalnız. Doğamız gereği ihtiyaç duyuyoruz yanımızda bir can yoldaşı olmasına… Ama bazı insanlar çok başka; onlar hem en güzel anlarımızın sahibi, hem de canımızı en çok acıtanlar olarak kazınıyorlar kalbimize…  Zaten derler ki, insan en çok sevdiğine kızar, sevdiğine küsermiş…

Eski defterleri açıp bir bakmak lazım ara ara. Dönüp geçmişin tozlu sayfalarını karıştırmak ve hangi yollardan geçip bu günlere geldiğini görebilmek gerek. Belki o zaman daha da netleşir bugün ki davranışlarınızın sebebi…  Ara ara ben de yapıyorum bunu ve diyorum ki “Vay be ben eskiden böyle değilmişim, neler yaşamışım da bu hallere gelmişim.” Bunu kötü olarak algılamamak gerekiyor. Zira hayat bazen bize kötü günler yaşatıyor; daha iyi günleri görebilmemiz için. Eskiden canımı acıtan şeylerin artık bende hiçbir his uyandırmadığını fark ettim mesela. Ya da eskiden umursamadığım şeyleri artık ne kadar da önemsediğimi… Değişmeyen tek bir şey vardı hayatımda o da her durumda kaldırıp başımı gökyüzüne gülümseyişim. Her durumda “Ben bunun üstesinden gelirim.” Deyişim. Her durumda “Allah’ım sen kalbimi bozma.” Diye dua edişim…


Şimdilerde hayatımın bambaşka bir boyuta geçiş yapmasına karşı tepkisiz kalmaya çalışıyorum. Şimdilerde hiç gitmez dediklerimin nasıl da ardında kalanı düşünmeden çekip gidebildiklerini anlamaya, anladıklarımı ise sindirmeye çalışıyorum. Aslında körü körüne yalnız oluşlarımızı, yanımızdaymış gibi gözüken onca insanın aslında yanımızda olmadıklarını anlamanın neden bu kadar zor olduğunu kavramaya çalışıyorum. Şimdilerde zaman diyorum; yaralarımı sarar, unutturur, alıştırır, değiştirir…

Şimdilerde yüzleşiyorum insanların yalanlarıyla. Geçirdiğim tüm o zor süreçlerden sonra kimin haklı, kimin haksız oluşundan çok, olayların nasıl bu boyuta gelebildiğini sorguluyorum. İnsanların fütursuzca konuşmalarından, yargılarından, doğru bildikleri yanlışlarından, hırslarından, bencilliklerinden… Hepsinden ama hepsinden fazlaca nasibini almış biri olarak şimdilerde kendi küçük dünyamı kurmaya çalışıyorum. Aslında sonunda kendi kendime kalışımın zaferini ama aynı zamanda da bunun ağırlığını sindirmeye çalışıyorum.


Yani demem o ki; biraz bocalıyorum.
Yani demem o ki; biraz korkuyorum.
Biraz üzülüyorum.

Ama tüm bunlara rağmen; sonunda başarmış olduğum tüm bu şeyler için kendimle gurur duyuyorum.

Aklında olsun sevgili okuyucu; ne yaşarsan yaşa önce kendine karşı acımasız ol ama en önce gene de sen kendinle gurur duy. Çünkü sen, sana inanmazsan geride kalan insanların hakkında ne düşündüğünün hiçbir önemi kalmaz...

Hoş kal, hoşça kal okuyucu...

- kubraslisen

17 Temmuz 2017 Pazartesi

"Bi düşün"

Merhabalar Sevgili Okuyucu...

Bugün de kalemimizi durdurmaya çalışanlara inat; bugün de duygularımızı sönürmeye çalışanlara inat daha güzel bakalım istiyorum dünyaya... İnsanların garip hırsları, boş beklentileri ve haybeden yaşantılarına rağmen biz dolu dolu yaşayalım istiyorum...

Bazı geceler kendini dışarı atıp sabaha kadar dolaşırım bu şehrin dar ve bozulmuş yollarında... Her bir kaldırım taşı yaşanmışlık taşır bana göre... Bazı sokak aralarında hızla yürüyen orta yaşlı amcalar olur; onlar genelde ek işlerinden dönen üç çocuk babası fedakar adamlardır. Bazı sokaklarda apartman boşluklarına saklanmış çocuklar olur; 3 5 genç birarada genelde ne yaparlar ki? Bazılarının olduğu yerden bir duman yükselir, bazılarının olduğu yerde çekirdek çöpleri vardır, kahkaha sesleri eşliğinde...

Bu şehrin sokakları sanıldığı kadar korkutucu değildir aslında; gözlerinizi açıp bakmasını biliyorsanız şayet... Bu şehrin sokakları yeterince yorgun, yeterince yıpranmış, yeterince yara almış... İnsanları gibi...

İstanbul'u, İstanbul yapan o dar ve kirlenmiş sokakları...
İstanbul'u, İstanbul yapan o yorgun ve yıpranmış insanları...

Ve ben bu şehrin müptelası...

Bazı geceler şehrin en kuytu köşesinde bir yer edinip kendime yıldızları izliyorum sabaha kadar... Gecenin sakinliğini, dinginliğini... Ay ışığının aydınlattığı yüzümle bekliyorum güneşin doğuşunu...

Sonra insanlar çıkıyor bir bir yüksek katlı apartmanlarının ufacık dairelerinden; uykulu, telaşlı, yorgun... İnsan bütün gece uyuyup da nasıl yorgun kalkar? Bunu en iyi İstanbul insanı bilir. Başkalarının çok önemli işlerinin devam edebilmesi için kapasitemizden çok çok daha fazlası kadar çalışmak için koşarız her sabah... Tabi bu biraz da bizim yaşamımızı devam ettirmemiz için gerekli ya... Neyse boşversenize...

Diyorum ki... Her gün yüzlerce insanın yüzüne bakıyorum... Sokakta çiçek satan bir çingeneye, kucağında ufacık bir bebekle elini açmış dilenen bir anneye... Okula giden genç bir kıza, ellerinde sigara ile hızlı hızlı giden birkaç genç oğlana... Ayağında topukluları, bir kolunda el çantası bir kolunda laptopu koştura koştura bir toplantıya yetişmeye çalışan kadınlara, markette kasiyerlik yapanlara, günde yüzlerce hastaya bakan bir doktora, hemşireye, hala sokakları süpüren çöpçü amcaya, çarşı iznine çıkmış bir askere, devriye dolaşan bir polise, belki bazen bir hırsıza, bir suçluya, bazen bir masuma...

Hep bakıyorum... Gözlerine bakıyorum en çok... İnsanın yüzüne baktığınızda alıyorsunuz yaşanmışlıklarını, gözlerine baktığınızda ise okuyorsunuz satır satır hayatlarını... Baktığım yüzlerce insanın gözlerinde bir parça mutluluk arıyorum, arıyorum ama bulamıyorum... İnsanların bu kadar mutsuzluk içerisinde nasıl hayatlarını devam ettirebildiklerine bakıyorum... Yaşıyorlar işte; Allah'a emanet. Yaşamak zorunda oldukları için yaşıyorlar, başka türlü yaşamaya bilmedikleri için, başka bir yolu olmadığı için...

Ama bence...

Bir gün bırakın her şeyi. Oturun da bir düşünün; bir robottan ne farkınız var? Bir gün oturun ve kendinize vakit ayırın; kendinizi dinleyin, kitap okuyun, film izleyin, hiç gitmediğiniz bir yere gidin... Ne bileyim ya sizi gerçekten mutlu edecek bir şeyler yapın. Durmayın öyle yaşayın ya harbiden yaşayın. Azıcık gülsün ulan gözleriniz... Biz ne ara bu kadar mutsuz bir toplum haline geldik... Biz ne zaman değer bilmez, kıymet bilmez bir hale geldik...

Şu sıralar hayatımın her alanında mutlu olmakla meşgulüm bu yüzden. Yaşadığım ya da yaşayabileceğim tüm sıkıntılara göz kırpıp işime bakıyorum. Beni ne mutlu ediyorsa, ötesini berisini düşünmeden ona koşuyorum. Hayatımda kim varsa, onlara sonsuz sevgimi sunup bir karşılığı olur mu olmaz mı, düşünmüyorum. Çünkü hala daha birilerine değer verebilecek kadar güzel bir kalbim var... Çünkü ötesini berisini düşünmeden yaşamak için çok nedenim var. Çünkü mutlu olmak için çok az zamanım var...

Sen de bir düşün okuyucu, ne kadar seviyorsun bu hayatı? Ne kadar mutlusun? En son ne zaman kalpten birine değer verip, ona onu sevdiğini söyledin? En son ne zaman birine sarıldın? En son ne zaman samimiydin birine karşı?

Bir düşün istersen... Bir düşün !


Sevgiyle kal,
Mutlu kal,
Hoş kal okuyucu...

26 Mayıs 2017 Cuma

Aşk Biraz Da...

“Aşk bir mantık hatasıdır.”

Aşk aptallıktır,
Aşk gözlerinin bu dünyadaki her insana kör, tek bir insana gökyüzü olmasıdır.
Biraz kaybediştir,
Biraz yalvarış belki biraz yakarıştır ama en çok da yanıştır; YANMAKTIR!

Asla bir arada göremezsin gerçekten sevenleri; çünkü onların hikayeleri asla “Mutlu Son” ile bitmez.
Mutlu son diye bir şey var mıdır? Aşıklar bunu bilmez.
Hasreti bilir, acıyı bilir, cayır cayır yanarken içi gene de gülümsemeyi bilir.
Kimse anlamasın diye gözlerini kaçırmayı, kimse duymasın diye daha kısık sesle konuşmasını bilir…

Aşk, biraz yaşanmışlıksa şayet, koskocaman bir yaşanmamışlıktır.

Bu yüzden aslında AŞK en çok sızlanıştır.


-kubraslisen


18 Mayıs 2017 Perşembe

"Masumiyetim"

Her insanın masumiyete bir bakışı vardır bilir misin?
Kimi der ki bir insanın en masum yeri; henüz kirletilmemiş elleridir, daha hiç öpülmemiş dudakları ve hiç yaşlanmamış gözleri...
Kimisi için masumiyet söylenmemiş sözler iken, kimisi için saklanılmayan gerçeklerdir...
Senin için masumiyet ne demek bilmiyorum ama benim için masumiyet İstanbul kadar dağınık, İstanbul kadar eski ama İstanbul kadar yorgun bir kavram. Bilirsin kaç savaşa ev sahipliği yaptı; kaç defa fethedildi de yıkılmadı bu şehir...
Kimisine göre mağrur, kimisine göre kirli ama aslında en çok bu şehir masum.
Öyle bir güzelliği var ki; içinde yaşarken boğuluyor AMA biraz uzaklaşsan deli gibi özlüyorsun.

Çünkü bu şehir en çok huzurdur; soğuk gecelerde yalnızken insan...

Bu yüzden en masum hallerimi bu şehre sakladım ben! Hiç dolaşmadım bu şehrin kız kulesine bakan sokaklarında el ele mesela... Yanımda duracaksa birisi o gerçekten kalbimde hissettiğim insan olmalıydı ve ben ancak o insanla birlikte paylaşabilirdim, masumiyetimi sakladığım bu şehri... İşte bu yüzden önünden dahi geçmedim Galata Kulesinin, işte bu yüzden hiçbir erkeğin elleri tutamadı ellerimi ben Kız Kulesini izlerken...

İşte bu yüzden en özel anlarımı sakladım bu şehre ben. Çünkü biliyordum ki benim masumiyetim; bir başkasının canını acıtmayan kalbimdedir. Bir başkasının pis niyetlerine karşılık arsızlaşmayan yüreğimdedir. Aslında benim masumiyetim; tüm iyi niyetlerimi koyup cebime hep efendi gibi yoluma bakışlarım, sessiz kalışlarım, yaralarımı kendi kendime sarışlarım...

Benim masumiyetim...
Hala tertemiz tutmaya çalıştığım KALBİMDİR.






"kubraslisen"



12 Mayıs 2017 Cuma

Son Defa!

Merhaba Sevgili Okuyucu...

Dönüp duran şu dünya içerisinde, nefes alış verişlerimizin ne kadar değerli olup olmadığını sorguluyorum şu sıralar... Öyle ki akan zaman içerisinde ne kadar samimi yaşadığımız ya da yaşattığımız bir muamma...

Zaman çoğu anlarda bize sadece yara... Hep yaşıyoruz iyi ya da kötü bir şeyler... Hepsine karşı gülümseyip ayakta kalmaya çalışıyor ve bazen bize yara olan şeyleri sadece pansuman edebiliyoruz... Diyoruz ki; "Zaman her şeyin ilacıdır.". Oysa bu koskoca bir yalandır. İlaç değildir zaman; merhem hiç değildir. Zaman insana sadece bazı şeyleri geride; biraz daha geride bırakmayı öğretir. Zira insan zaman içerisinde yaşadıklarından daha kötüsünün de olduğunu öğrenir.


Zaman, zaman, zaman... Ahhh zaman... Şimdi düşünüyorum da 27 yılıma neler sığdırdım; neler neler... Her acı da bundan daha büyüğü olamaz derken, hayat bir tokat gibi yüzüme çarptı; hiçbir zaman daha azı veya daha çoğu olamayacağını... Hep daha fazlası olabilirdi ve yaşananların hepsi insanın en derinlerinde hep bir iz gibi duruverirdi...

Son bir yılda yaşadıklarım, yazdıklarım, hissettiklerim... Dönüp dönüp baktığım acı birer hatıradan ibaret şimdi... Bazen ileri doğru gitmeye çalışırken önüme sadece bir engel, bazen sadece bir kılavuz... Önemli olan; bilincinde olmak; yaşanan her şeyin...

Artık biliyorum ki aradığım o samimiyet bu dünya üzerinde bulamayacağım tek şey... İsterdim ki kalbim kadar temiz düşlerimin arasından baktığım, (ya da!) bakmaya çalıştığım o insanlar gözlerimdeki inanma isteğini görsün... İsterdim ki kalbimi sınırsızca açmaya meyilliyken ben; olur olmadık parçalamasınlar beni. Her gelen bir parça daha fazla aldı; her gelen biraz daha fazla acıtarak gitti.






İnanmayı istemek benim tercihimdi; acıtmayı seçmek onların.





Bazen biri geçiyor karşıma ve bana diyor ki: "Korkuyor musun benden?" Diyemiyorum ki; "Nasıl korkmayayım ulan her gelen daha kötüsünü yaşatarak gidiyor." Diyemiyorum ki; "Nasıl korkmayayım ulan!" Diyemiyorum işte; diyemiyorum. Sadece susup bakıyorum; öyle boş öyle anlamsız... İnsanların olur olmadık savurdukları yargılarına karşı hep sessiz kalmayı tercih ediyorum. Şimdilerde bir sığınak edinip kendime; kendimi saklıyorum geride kalan her şeyden.

Bir haftadır aynı şeyleri düşünüp duruyorum ve diyorum ki kendime; "Artık zamanı geldi, haydi kalk artık." Şimdilerde hep bahsettiğim o melek kalbime, çiçek ruhuma yakışanı, asıl güzel duranı, hak ettiğini vermenin peşindeyim. Şimdi bir uçurumun en uç noktasında durmuşum öylece; yüzüme vuran esintiye gülümsüyorum sadece.


Son bir haftadır "Dur!" deyip zamana; durdurdum yaşadıklarımı ve dahi yaşayacaklarımı... Her akşam bir şekilde yanımda olan sığınağım; çocukluğum, olgunluğum, anneliğim... Bazen deliliğim, bazen sakinliğim... Ben ilk defa en güçsüz yanımı birine emanet ettim ve sen o halimi korumak için beni bir şekilde hep izledin... Şimdi istiyorum ki; beni tanıdığın gibi kalayım... Şimdi istiyorum ki son defa ağlamış olalım... Şimdi son defa inanmış, son defa yaralanmış olalım ve ayağa kalkalım.

Ne sormuştun sen bana; "Bu kadar mı zordu?". Sana hiç yalan söylemedim be küçüğüm... Gene de söyleyemedim. Ama biliyor musun şimdi daha güçlüyüm. Şimdi daha sağlam basıyor ayaklarım yere.

Şimdi tüm bunlar bir veda, bir haykırış, bazı bazı yakarış ama ömrüm boyunca karşı konulamaz bir nefret olacak. Ve her sorduğunda kendi kendine verdiğin cevap gibi olmayacak...

Her şey güzel olacak miniğim... 

Sadece şimdilik!

Toparlanıp gidiyorum ve bu son veda.

Kırıklarımı alıp yanıma gidiyorum ve bu son kırılma.

Son defa dokundum ben hayata, kırılgan bir çiçeği ellerimde tutar gibi.

Son defa uyudum; sanki sonu hiç gelmeyecekmiş gibi. 

Son defa uyandım bitmesini hiç istemediğim bir rüyadan... 

Son defa...
Son...

O zaman hoş kalsın hüzünler artık, biz hayatın engebeli yollarında düşe kalka yürümeye devam edelim. Şimdi inanabilirsin miniğim; her şeyin güzel olacağına... 


17 Haziran 2016 Cuma

"Kadıköy'lü Aşklar"



Mesela her sabah yürümek isterdim seninle Rıhtım'da... 


Bir hafta sonu kahvaltısı yapmak isterdim Haydarpaşa'ya bakarken gözlerimiz ve ellerimizin arasında dururken simitlerimiz... Yudumladığın ayranın dudaklarında kalan kısmına gülümseyip, dalga geçmek isterdim belli belirsiz. Gülüşürdük içtenlikle...


Kadıköy'ün o eskimiş banklarından birinde otururken biz, sağ tarafta tezgah kuran gençlere takılırdı gözlerimiz... Hemen sonra dolunca bir Karadeniz Türküsü kulaklarımıza sarılırdık birbirimize aşk ile... Sen hep yaptığın gibi içinden söylerken tüm o sevgi sözcüklerini, ben tutamazdım ki çenemi... Defalarca fısıldardım kulağına "Seni Seviyorum" diye... Her söyleyişimde daha içten gülümserdin bana; gülüşünden öperdim...


Ben seni hep güzel severdim... 

Susuşlarından bildim; sen beni en derininde hissettin. 


Bir hayalden ibaret olmasına rağmen şimdi; seni Kadıköy'ün en kuytu sokaklarında sevmek isterdim. Ben küçücük hayallerimi bile bir bir yıkışına aldırmadan gene de seninle en güzel aşkı yaşamayı istedim, isterdim... Bir simit eşliğinde içilebilecek ayran kadar basit ama dünyaları feda edebilecek kadar çok şey istedim...


Sen benim hayallerimin en güzel katiliydin ve ben bana sarılışından bildim; seni sevmekten asla vazgeçemezdim...

#yazmazsamolmaz #kubraslisen #yazar #edebiyat #deneme

21 Şubat 2016 Pazar

Öğreniyorum


Biraz sonra her şey sona erecekmiş gibi yaşıyoruz aslında.
Sanki yarın olmayacakmış gibi; öyle aceleci, öyle "Son Şansım!" der gibi.

Hani hayatın o patika yollarının sonunda asla düzlüğe çıkamayacakmışız gibi...
Ama aynı zamanda hiç ölmeyecekmişiz gibi...

Evler yapıyoruz katlı, katlı...
Beton duvarlar örüyoruz hiç bıkmadan, usanmadan, yorulmadan... Sadece bu toprak parçalarının üzerine de değil üstelik; insanlarla aramıza da örüyoruz o duvarlardan...

Birbirimizin yüzlerine bakmıyoruz çoğu zaman; umurumuzda olmuyor karşımızdaki insanların gözlerinin içi...
Oysa bir insanın en çok gözlerinin içi anlatır hikayesini... Ne kadar gülerse gülsün mesela; gözleri anlatır en çok; içinde bir yerlerde kan ağlayan kalbini...

Tercih etmiyoruz bir şekilde; birbirimizi görmeyi, birbirimizi duymayı, hissetmeyi... Sonra şikayet etmeye başlayıp, suçluyoruz... Kırıyoruz, kırılıyoruz ve en sonunda paramparça olup dağılıyoruz.

&

Şimdilerde içimi paramparça eden ne varsa; uzaklaşmayı tercih ediyorum.
Şimdilerde gözlerime bakmayan kim varsa; yanımdan uzaklaşsın istiyorum.
Şimdilerde biraz samimiyet, biraz masumiyet,


Ama.
En çok da.
Gerçek sevgiyi arıyorum.

Gerisi yalan geliyor.
Ve ben.
"Elveda" demesini öğreniyorum.


#yazmazsamolmaz 🦋🌸
#kubraslisen 🐧❣

12 Ağustos 2015 Çarşamba

"Su Gibi Berrak"

Selamlar Sevgili Okuyucu...

Uzun zamandır suskunları oynuyorum. Uzun zamandır sessizliğe gömülmüş, kendi dünyama çekilmiş bir vaziyette düşünüyorum çok şeyi...

Hayatımın en zor zamanlarıydı demeyeceğim. Çünkü asla en kötüsünün ne olduğunu bilemeyeceğim. Ancak şu zamanda, şu yaşımda, şu kalbimle yaşayabileceğim en zor şeyi yaşadım. Hayatıma dahil olan her insanın kötü yanını görüp, yalanlarını dinledim. Sonra o yalanların sebepleri ile yüzleşip, inanmayı tercih ettiklerimi sorguladım.

Hayatımdaki insanları sorgulamaya başladım sonraları. Çevremde kim varsa; eşim, dostum, sevgilim, arkadaşım... Yanımda neden olduklarını sorguladım. Çünkü çıkarları için yanımda duranların sahte sevgilerine maruz kalmak istemiyordum. Bu hayatta beklediğim tek şey; saf ve gerçek sevgidir. Şayet içimde tek bir şüphe duymadan "O beni seviyor." diyemiyorsam o zaman yanımda olmasının da benim için hiçbir anlamı yoktur.


Bu yüzden herkese tek tek bakıp; benden sağladıkları çıkarlarını sorguladım. O çıkarlarını ellerinden aldığımda hepsi birdenbire yok oluverdiler. Ve ben mutlu oldum. Beni gerçekten sevdiğine inandığım insanlara baktım sonraları. Yanımdalardı; sorgusuz sualsiz.

Çok sevdiğim bir arkadaşım şöyle söyledi bana: "En kötü halini bile çekebilirim, çünkü bunu yapmanın bir sebebi olduğunu bilirim."
Bu cümleyi duymak yeterliydi benim için. Biliyordum ki ne yaparsam yapayım o benim yanımda olurdu. Ben de öyle tabi. Kalplerimizi biliyorduk çünkü; birbirimizi tamamlayabiliyorduk. O benim gerçekten arkadaşımdı işte bu yüzden...

Sevgi öyle bir şeydi. İnsanların hayatlarınızda olmasına aldanırsanız; aldatılırsınız. Onlar sizi sadece kullanırlar; çıkarları için, faydaları için, bazen sadece itibarları, bazen sadece maddiyatları için. Ne bileyim herkesin bir sebebi var.
İtibarı için yanımda duranları, kendi itibarlarıyla baş başa bıraktığımdan beri çok huzurluyum.
Çıkarlarını herkesten önce tutanlara, hoşçakal dediğimden beri tertemiz hayatım.
Maddiyatları için yanımda kalanları, tek başına bıraktığımdan beri daha zenginim; daha bereketli param ve daha huzurlu evim.

Şimdi.
Biliyorum.
Gerçekten biliyorum.
Su gibi berrak her şey.
Şimdi...
Biliyorum ki ben...
Kimsenin yanımda olan varlığına güvenip; körü körüne inanmıyorum yarınlarımıza...
Yanımda kalan varlığını sorguladığımda görüyorum; bana hiçbir mecburiyetin olmadığını, herhangi bir çıkarın, beklentin, faydan olmadığını.

Görüyorum.
Her şeye rağmen yanımda duranların sebebinin sadece "Saf Sevgi" olduğunu.
Ve ben yaşadığım onca boktan meseleden sonra; yaşayabileceğim onca boktan şeye rağmen,
Allah'a her gün şükrediyorum.

"İyi ki hayatımda sevgisinden hiçbir şüphe duymadığım insanlar var."

Dilerim ki sevgili okuyucu, sen de bunu yaşayabilirsin.

Çünkü birine duyduğun sevgiyi anlatmak başka da; birinin sana duyduğu sevgiden şüphe duymamak bambaşka... Sorarlar ya; sevmek mi güzeldir, sevilmek mi? Sevilmek. Çünkü sevildiğin sürece daha iyi bir insan oluyorsun, sevildikçe güzelleşiyorsun ve sevildikçe daha güzel seviyorsun...

Hayatınızı güzelleştiren insanlarla karşılaşmanız dileğiyle...
Sevgi ve aşk ile...

Hoş kal.
Hoşçakal okuyucu....


-kubraslisen