bunuokumalısın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bunuokumalısın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ağustos 2021 Perşembe

30'a Veda ✨✌

Merhaba geçmişte bıraktığım 30 yılım. 
Hoş geldin 31 yaşım.
Yaklaşık 30 yıl önce bir yaz sabahı dünyaya açtığım bu gözlerimle binlerce güzel manzaraya baktım. Yüzlerce satır kitap okudum, yüzlerce kez gözlerimi kapatıp karanlıklarla konuştum. 

Yaklaşık 30 yıl öncesinde yazın sıcağında ağlaya zırlaya geldiğim bu dünyada hala daha en çok yaz aylarını seviyorum.
Bugün benim doğum günüm ve bir tören misali geride kalan günlerime, aylarıma, yıllarıma veda ediyorum. Bir önceki yıl olduğumdan daha farklı bir insan haline dönüşmemi izliyorum... Başka bir pencereden sürekli kendimi izleyip; "Ulan Kübra Ulannn..." diyerek bazen azarlıyor, bazen teşekkür ediyorum kendime.
Ömrümün ilk çeyreğinde neler yaptığıma, neler yaşadığıma bakınca gülümsüyorum. Şöyle bir bakınca harbiden arızanın önde gidenisin be yavrum, kusura bakma ya. :) 
Uzaktan bir bakıyorum da sana, bir insan o kadar sinirle nasıl yaşar? Bunu hiç oturup düşünüyor musun arada? Çocuk gibisin be kızım. 60 yaşına da gelsen değişmezsin; zorlama. Boşuna yıpratma annem kendini; sen çıtıpıtı bir ponçik olamazsın asla! 
İnsanların eleştirilerini dinleyebilmeni seviyorum ama. Her insanı bir kitap gibi görmeni ve onları dinleyebilmeni ve mantığına oturduğu müddetçe uygulamalarını seviyorum. Genç kızlığını ayrı, kadınlığını ayrı seviyorum ama en çok insan olma çabanı... Bambaşka seviyorum. 
Farkındasın sen. Hala birilerinin evladısın, hala kız kardeşsin. Hala kuzensin. Ömrünün sonuna kadar annesin. Zaten iyi ki annesin. 
Battığın zamanların oldu biliyorum. Ancak bata çıka öğrendiğin o yolları defalarca da yürüsen vazgeçmeyeceğini de biliyorum. Derler ki: "Manzaraya talipsen, yokuşunda yorulmayı göze alacaksın!" Bu yüzden tüm yorgunluklarına rağmen hiç bıkmadan devam edebiliyorsun.
Afferin kız sana. Hep de böyle olsun.
Yıllar geçti; geçecek. Gün gelecek kendine, dünyaya, içinde bulunduğun hayata bakıp derin bir "Oh" çekeceksin. Sabret, şükret, kendine güvenmekten asla vazgeçme! Asla solmasın o gülen yüzün.
Sana çok güveniyorum kübocum. İnan bana. Yapabileceğini biliyorum. Asla vazgeçme. Yürüdüğün yollarda ne çıkarsa çıksın karşına; korkma! Sen bu evrene "Ben niyetimi bozmayacağım" diye  diye ne mesajları yollayıp da sabırla beklemişsin... Bir gün elbet en güzel şekilde karşılığını bulacaksın tüm bunların emin ol!

Asla Korkma!
30+ yaşlarına geldiğine göre artık daha iyi anlamışsındır ki kızım sen yüreğinde kocaman bir sevgiye ve merhamete sahipsin. Ancak senin için çok değerli bu iki şeyi herkese vermemelisin. Aşık oldun değil mi? Mutlu olmalısın. Şu zamanda, şu koşullarda, aile fertlerin dışında herhangi birine kalbini verebiliyor olman, hala yaşadığının bir göstergesi. Asla unutma bunu güzelim. Sen sevdiğin müddetçe güzelsin. İnandığın müddetçe tamamsın. Sustuğun kadarsın ve elbette konuştuğun kadar yorarsın. 

İnsanları kırmaktan çekinen o hallerini asla kaybetme Kübram.
İyi niyetini bozmalarına izin verme.
Çıkışlarını hafiflet biraz. Sonrasında yaşadığın pişmanlıklarınla ağlamayacaksın.
Ağlamaktan da korkma elbet. Bu kalbinin sadece kan pompalayan bir organ olmadığının en net göstergesi.
O güzel gülüşlerini de soldurmalarına izin verme!
Sen bu dünyadaki en güzel şeye; kendine sahipsin!

Bu bedenle bu ruhu birleştiren; onu anne yapan, kız kardeş yapan, sevgili yapan, kadın olan, erkek olan, İNSAN yapan senin kalbindir güzelim.

Kalbine iyi bak. 
Hoyratça kullanmak isteyecekler. İdmanlısın. 
İzin vermezsin.

Ah ben Kübram.
Sen her koşulda ne yapacağını bilirsin.
Bu sebeple akıp giden zaman içerisinde, iyiki varsın!

Ve....💗
Hoş geldin 31 yaş! 💜🙏
Dilerim bundan sonra bir başka baharı yaşarsın! 🙏💋💙







19 Ağustos 2019 Pazartesi

30'a 1 Kala; Merhaba 29 Yaşım! 🌿🌸

Merhaba Geride Kalan 28 Yılım,
Hoş geldin 29 Yaşım. 👸❣


Ah benim 28 koca yılım; ne çok düştük, ne çok kalktık seninle..
Ne çok ağladık, ne çok güldük..
Kızdık, küstük, barıştık, savaştık..
Çoktuk; azaldık...
Ve yek iken çift olduk...
"Bir daha asla başlayamam!" deyip pes ettik ama sonra ne de güzel başlangıçlar yaptık; daha güçlü, daha inançlı, daha bilinçli, daha temiz...
Daha berrak.
Daha net.
İyi ki o yollardan geçtik, iyi ki ayağımız taşa, bedenimiz çamura bulaştı da eskisinden daha diri kalkabildik...
İyi kötü her durumda iyi ki vicdanımızı, merhametimizi ve insanlığımızı kaybetmedik.
Zaten bunları kaybetsek ne anlamı olurdu nefes almanın değil mi?


Evet 29 Yaşım; Hoş geldin.
Sen bana gelene kadar burnumu epeyce sürttürüp, canıma okudun hatta bana öyle bi kan kusturdun ki ölümün eşiğine kadar gelip o meşhur beyaz ışığı gördüm.
Bu kadar üstüme gelmeseydin de ben seni yine aynı coşkuyla karşılardım ama senin tatlı, minnoş canın sağ olsun be 29 yaş.

Nasıl geldiysen, geldin!
Vardır bir bildiğin.
Hoş geldin. ♥️

Seninle birlikte daha iyi öğrendim; hayat yanımızda duran insanlara sımsıkı sarılınca daha yaşanabilir bir şey.
Seninle anladım ki; biri tarafından aldatılmak, aldatan kişinin ahlakıyla alakalıdır ve kendisine saygısı olan hiçbir kadın kendini bu şekilde aşağılayan birini sevmemelidir.
Seninle anladım; güç şayet senden daha güçsüz biri üzerinde kullanılıyorsa insanlığımızdan utanmamızı gerektirir.
Seninle birlikte anladım; başkalarının maddiyatı ile sahip olduklarının havasını atanlardan değil, kendi maddiyatını kendi sağlayabilen biri olabilmek sadece kişilik meseledir.
Bazen bir sahilde sevdiklerinle güle eğlene geçirdiğin saatler paha biçilemez bir mutluluk sebebidir.
Evlat denen şey, her geçen gün artan endişelerin ama bu dünyadaki cennetindir.
Annelik hep eksik hissetmek demektir.
Evlat olmak bir noktadan sonra daha fazla sorumluluk gerektirir.
Bu dünyada aynı karnı paylaştığın bir kardeşinin olması, anne - babanın sana verip verebileceği en anlamlı hediyedir.
Ve bu dünyada kan bağın olmadan da bir kaç sağlam dostluk edinebilmiş; kalbinin, hayatının bir yerlerinde onlara da güzel bir alan tahsis edebilmişsen aslında zenginsindir.
Paranın değil, vefanın kıymetini bilebiliyorsan aslında insansındır.
Arada bir mezarlığa gidip, dua edebiliyorsan daha iyi anlarsın; hayat ne kadar da kısadır.
Ve bir babanın gözyaşlarını silebiliyorsan,
Bir annenin ellerinden tutup yanında durabiliyorsan...
Maneviyatına verdiğin önemi başka hiçbir şeye vermiyorsan o kadar çok...
Anlamışsın sen.
Yaşamanın ne demek olduğunu,
Aslında ne olması gerektiğini...
Seninle gurur duyuyorum geride kalan 28 yılım...
Sen 28 yılına yüzlerce kitap, onlarca şehir sığdırdın.
Bilmem kaç filmi bitirdin, kaç çocuğun yüzündeki gülümseme olabildin...
Saatlerce dans ettin, kilometrelerce yürüdün, koştun.
Şiirler yazdın, resimler çizdin.
Sonu gelmeyen binlerce hayal kurdun ve onlar için hep çalıştın, çabaladın.
Hep yeşili sevdin, doğayı korudun.
Gökyüzüne milyonlarca dilek bıraktın.
Ve.
Bir cana hayat verip, onunla yeniden can buldun...
Hep aynı duayı ettin, bundan hiç vazgeçmedin.
Dilerim ömrünün geri kalan kısmında da bu dua ile sapan yollarından çabucak doğrulup, ışığına dönersin.
Parlayan yıldızın sana hep şans getirsin. 🌟

Sen bu dünyada hala çiçek gibisin. 🌸
Hala tertemiz bir kalbin var ve sen her şeye değersin! 😇

"Allah'ım sen benim niyetimi bozma Yarabbim🙏🏻"

Hoş geldin 29 Yaşım. 🌏Seninle ben, bir başka güzelleştim... 💙🌿


yazmazsamolmaz
kubraslisen

2 Şubat 2019 Cumartesi

Benim Kitaptan Dünya'm 📚: Harlan Coben - Kapan 🌎⭐


Orjinal Adı: Caught
Yazarı: Harlan Coben
Çeviren: E. Özlem Gültekin
Kitap Türü: Gerilim - Polisiye
Yayınevi: Martı Yayınları
Yayınlandığı Yıl: 2011
Sayfa Sayısı: 505



Selamlar Sevgili Okuyucu,

Bir solukta okuduğum kitaplar listesinde kesinlikle en başı çekmeyi hak eden Harlan Coben'in Kapan'ı; tek kelime ile muhteşem!

Kitabı elinize ilk aldığınızda karmaşık ve anlamsız gelebilir ama yazara güvenin ve okumaya devam edin derim ben... Zira romanı okurken genç bir kızın ortadan kaybolması, iyi bir öğretmenin pedofili ile suçlanarak hayatının alt üst olmasını sindirmeye çalışacaksınız. Ancak sayfalar ilerledikçe işin bu kadar ile sınırlı olmadığını ve başarılı bir muhabirin biraz olayları açığa kavuşturma isteği biraz da iç güdüleri ile hareket etmesi sonucu ortaya çıkanları görecek ve sayfaları daha hızlı çevirmek isteyeceksiniz.

Üniversitede çok iyi arkadaş olan beş genç adamın leşçil bir oyuna dahil olmaları ile hayatları nasıl değişebilir?
Bu değişimler kaç kişiyi etkileyebilir?
Ve tabii ki kitapta bahsi geçen her ölüm, gerçekten bir ölüm müdür?
Sona geldim, olayları çözdüm dediğiniz noktada bu kitabın sayfaları sizi alaşağı edecek ve tüm bildiklerinizi unutup hikayeyi yeniden düşünme gereği duyacaksınız.
İyilik ve kötülüğü sorgulayacak, adaletin elinde sonunda nasıl da yerini bulduğunu ama yine de bazen kendi adaletimizi kendimiz sağlamak zorunda kalmamızı okuyacaksınız. En güvendiklerinize bakıp, en sevdiklerinizi getireceksiniz aklınıza...
Sadece bir gerilim - polisiyeyi değil bir annenin oğluyla olan muhteşem ilişkisini, tolerans gösterdiğimiz birçok şeyin aslında çocuklarımıza ne tür zararlar verebileceğini, bazen içgüdülerimize güvenmemiz gerektiğini, görünenin ardında görünmeyen birçok şeyin olabileceğini okuyacaksınız.

Ve tüm bunların arasında yazarın muhteşem kurgusuna hayran kalıp, kitabı bir kez daha en baştan okumak isteyeceksiniz; her bir satırını daha fazla sindirebilmek için.

O zaman bu şahane Gerilim - Polisiye türündeki kitaptan birkaç alıntı ile yazımıza son verip, iyi okumalar dileyelim...

Sevgiyle kal,
Huzurla kal,
Hoş kal,
Hoşça kal okuyucum.
 -kubraslisen


"Özgürlüğün bedava olmadığını sık sık duyarsınız. Adalet de bedava değildir."

"Suçlamalar toplum zihninin kanaatleridir. İnsan, masumiyeti ispatlanana kadar suçludur."

"Bu dünyada yaşıyoruz, diğer insanlarla zıt düşünüyoruz. İşleyiş böyle. Çarpışıyoruz ve bazen birileri hasar görüyor."

"Size varsayımsal bir şey söyleyebilir miyim?"
"Ben gerçekleri tercih ederim."


"Tanrı ne yapacağını ancak kendisi bilirdi. O'nun kendisine has bir planı vardı, öyle değil mi? Eğer onun her şeyi bilen ve mutlak güce sahip olduğuna gerçekten inanıyorsanız, sizin ve acınası yakarışlarınızın O'nun bu büyük planını etkileyeceğini gerçekten düşünüyor olamazsınız, öyle değil mi?"

"Sen kaybetmeye dahi hoş bir anlam katıyorsun."

"Geri adım atmak hayatım boyunca bana çok pahalıya mal olmuştu."

"Ben sadece kazanma şansım olan durumlarda savaşırım. Aksi takdirde bunun ne anlamı olur ki?"

"Öfke zaman kaybıdır."

"Şimdi biliyorum ki ben affedilmeye değer, kusurlu birisiyim."






14 Aralık 2018 Cuma

Benim Kitaptan Dünya'm 📚: Ahmet Batman - Korkma Kalbim 🌎⭐





Kitabın Yazarı: Ahmet Batman
Kitap Türü: Deneme
Yayınevi: Destek Yayınları
Yayınlandığı Yıl: 2015 (15-12-2015)
Sayfa Sayısı: 216


Selamlar Sevgili Okuyucu;

Bir solukta okuduğum bir Ahmet Batman kitabı ile karşınızdayım... Daha önce yazarın adını duymayanlar için; 2013 yılında okuyucu ile buluşan ilk kitabı "Soğuk Kahve" ile hatırı sayılır bir kitleye hitap eden yazar aynı yıl içinde "Sabah Uykum" u da piyasaya sürerek; okuyucunun hafızasında güzel bir iz bırakmış ve üçüncü kitabı "Bana İkimizi Anlat" ile de yerini iyice sağlamlaştırmış. Şuan bu yazıya konu olan "Korkma Kalbim" ise dördüncü ve en son kitabıdır.

Gelelim o zaman bu kitabın hikayesine; bana göre kitabın genel bir hikayesi vardı. Ahmet Batman hatırı sayılır bir okuyucu kitlesine sahip, iyi bir yazardır ancak şahsi görüşüm bu kitabın bir başarısızlık olduğudur. Kitabın başından sonuna kadar bir çok önemli noktayı aslında tahmin ederek okuyorsunuz. Bilenler var mıdır bilemem ama Wattpad diye bir uygulama vardır; amatör birçok yazarın ya da yazar olmak isteyenlerin sanal ortamda kitap yazdığı, insanların da bu kitapları ücretsiz okuyabildikleri bir platform. Ben Wattpad üzerinden çok kitap okurum; zira bazıları gerçekten muhteşem hikayelere sahiptir. Her neyse konumuz bu değil. Wattpad de okuduğum kitaplardan birini okumuş gibi hissettim açıkçası. Hikaye çok ilgi çekici ya da merak uyandırıcı değildi ancak kitabın her sayfasında da altı çizilecek bir cümle bulabiliyordunuz. Ben bunu şu şekilde yorumlarım; 216 sayfa içerisine serpiştirilmiş birkaç güzel cümleden ibaret bir kitap.

Bu kitabı raflarınıza yerleştirmek isterseniz eğer; sağlam bir hikayesi olmadığını biliniz isterim. Ancak boş okumuş da sayılmazsınız. Zira bazı cümleleri gerçekten insanın içerisine işliyor. Son olarak kitaptan bir kaç cümleyi sizlerle paylaşmayı tercih ederim. Zira aslında bir kitabı anlatan en güzel cümleler; kendi içinden alınan cümlelerdir...

Sevgiyle kal, hoş kal, hoşça kal okuyucu...

"Açıkçası kimse hayal ettiği gibi yaşamıyor. O yüzden kendini çok da harap etme. Yolun sonu belli, herkes ölüyor."

"Ne kadar zamanımız kaldı bilmiyoruz ve hala birbirimize geç kalmak için oyalanıyoruz. Korkak kalplerimizi birine sunmaya cesaret dahi edemiyoruz. Oysa insan koşmalı sevdiğine bir şarkıları daha olması için, beraber bir film daha izleyebilmek için, elini birkaç dakika daha fazla tutabilmek için…"

"Çünkü ben bugün en çok da kandırılmış gibi hissediyorum.
Sevgisinin karşılığını alamamış bir kedi
Başı okşanmamış bir köpek
Bir kere ısırılıp yarım bırakılmış bir elma
Yarısında değiştirilmiş bir şarkı
Birkaç harfi çalışmayan bir daktilo
Tek küreği kayıp bir sandal
Raydan çıktığının farkında olmayan bir tren
Pili bitmiş ve zamandan habersiz bir saat
Sabaha kadar çalışıp sınavdan kalan bir öğrenci
Avucundaki birkaç bozuk parayı kanalizasyona düşürmüş bir dilenci
Attığı hiçbir mesaja cevap gelmemiş bir aşık
Ve en çok da bir başıma hissediyorum.
Ben bugün hiç tamamlanmayacakmış gibi yarım,
Bitmeyecek bir şiir gibi yorgun
Soluk yazan bir kalem gibi halsiz hissediyorum.
Bugün iliklerime kadar ben olan bir kadından vazgeçiyorum.
Ben bugün ölüyorum da, sadece gömülmüyorum.
Gözümden akan yaş değil
Üzerime yağan yağmur değil.
Bu tükenmişlik ben değil.

Ben bugün en tükenmiş halimle bile seni seviyorum."


#yazmazsamolmaz 🦋🌸
#kubraslisen 🐧❣
#okudumbitti



19 Temmuz 2018 Perşembe

Benim Kitaptan Dünya'm 📚: Miraç Çağrı Aktaş - Sen 17 Yaşımsın🌎⭐

Selamlar Sevgili Okuyucu...

Bu hafta raflarımızı süsleyen kitapların başında "160" sayfalık bir Miraç Çağrı Aktaş eseri yer alıyor... Kitap, sevgililer gününü yalnız geçiren gençliğe bir moral kaynağı olacakmış gibi 15 Şubat tarihlerinde satışa sunuldu ve pek tabii büyük ilgi gördü.

Öncelikle bilmeyenler için biraz yazardan bahsedelim istiyorum... Kendisi henüz çok genç ve bence biraz heyecanlı bir tip. Anladığım kadarıyla kendisini bildi bileli yazıyormuş ve lise yıllarından sonra da ilk kitabı "Bana Seni Seviyorum Deme; Sev" ile okuyucuyla buluşmuş... Genç bir yazara oranla ilk kitabı ile bu kadar ilgi görmesi şaşırtıcı mı değil mi bilemiyorum ancak bu her anlamda bir başarıdır... Neyse bakalım... İlk kitabın devamı niteliğindeki "Bana Seviyorum Deme; Hissettir." ve "Bana Seni Seviyorum Deme; Evlen Benimle" ile piyasada kendine yer edinen yazarın, hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi bulunmakta...


Şimdi gelelim şu 17 yaş meselesine... Kitabın ismi de içerisinde yazılanlar kadar anlamlı... Kitabın adını ilk duyduğumda "Ne demek ulan sen benim 17 yaşımsın!" demiştim. Bence ilk aşktan daha önemliydi; öldüğünde kalbinde bıraktığın aşk çünkü. Her neyse kişiye göre değişen bu konularda tartışmak istemem fazla...

Yazarımız, oldukça yoğun duygularla yaşadıklarını (Ya da yaşamadıklarını; bilemiyorum o kısmını tabi. Zira bence hiçbir yazar kendi hayatını yazmaz. Neyse geçelim şimdi bu kısmı.) okuyucularıyla paylaşmak istemiş. Açıkçası okurken böyle içinizden bir şeyler gidiyor ama tabi her yazılana da inanmamak gerekiyor; zira okuduğunuz sadece bir kitap, gerçek mi kurgu mu bilmediğiniz...

Kısacası tek bir solukta okunabilecek bir kitap ama baştan uyarayım; fazla romantik, fazla acılı, fazla aldatılmış, fazla terk edilmiş.

Kitabı okurken aklımdan geçen şey "Öyle bir erkek yok." olmuştu; kitaptaki karakterin beklediği gibi bir kadın olmadığı gerçeği gibi. Ne yazık ki kitaptaki o aşık karakter sadece bir hayal ürünü ve gerçekle hayali ayırt etmek gerekiyor. Fazla romantizme, kitabın neredeyse her sayfasında altını çizecek bir ya da birkaç cümleye hazırlıklıysanız hemen alıp okuyun.

Eğer "Ben romantizme gelemem; beni bozar arkadaş!" diyorsanız da başka kitaplarda buluşalım.

Evet sevgili okuyucu. Eğer sen de 17 yaşını, ilk aşkını, heyecanını hiç hak etmeyen bir vefasıza vermişsen; kırılmışsan, kaybetmişsen ve bunu hiçbir dilde anlatamıyorsan... Al ve oku. Çünkü yazar senin dilinden anlatmış her şeyi...

O zaman sana iyi okumalar diliyorum...

Sevgiyle kal..
Hoş kal...
Hoşça kal okuyucu...


#yazmazsamolmaz 🦋🌸
#kubraslisen 🐧❣
#okudumbitti

10 Mayıs 2018 Perşembe

Benim Kitaptan Dünya'm 📚: Charles Graeber - İyi Hemşire🌎⭐

Selamlar Sevgili Okuyucu...

Uzun zaman önce okuduğum ama yazmaya fırsat bulamadığım Charles Graeber'in "İyi Hemşire"sinden bahsedeceğim bugün.

Kitabımızın kahramanı işini ustalıkla yapan bir seri katil... Amerika'daki gerçek bir seri katilin hikayesini anlatan bu kitabı okurken bazen sayfalar arasındaki bağlantıyı kurmakta zorlanabilirsiniz... Bazı bölümleri o kadar karışık geliyor ki insana...

Her neyse... Gelelim kitabımıza... 2003 Aralık ayında yakalanan ve medyanın "Ölüm Meleği" lakabını taktığı Charles Cullen seri katil kariyerine ilk önce evdeki hayvanlarını öldürerek başlamıştı. Dışarıdan bakıldığında duyarlı, titiz, işini özenle yapan bir hemşire idi... İyi bir baba, iyi bir eş ve iyi bir arkadaştı... Tüm bu özellikleri taşıyan birinin soğuk kanlı bir seri katil olabileceğini hiç kimse beklemez; dolayısıyla geçirdiği düzinelerce soruşturmaya rağmen kendi itirafına kadar suçunun kanıtlanamaması normal aslında.

Kitabın sayfalarını çevirirken katilin hangi düşünce ile bu ölümlere sebep olduğunu anlayabiliyor ve her şeye rağmen sicilinin lekelenmemesine şaşırıyorsunuz. Kendisinin bile hatırlamadığı bir sayıda ölüme sebep olan bu adamın hikayesini kaleme alan yazar Charles Graeber yaklaşık 10 yıllık bir çalışmanın ardından bu hikayeyi bizlerle buluşturmuş. Belki de yüzlerce polis kaydı, gizli dosyalar arasında araştırma yapmıştı ancak en can alıcı olanı bu kitabı yazabilmek için cezaevindeki Charles Cullen ile de görüşmüştü...

Kısaca; bu kitap bir seri katilin hikayesini anlatan, uzun araştırmalar sonucunda titizlikle kaleme alınmış muhteşem bir biyografi... İyi kurgulanmış bir gerilim romanı...

Eh o zaman okuyucu; sen de bu kitabın sayfalarını arşınlayıp kitaplığına kaldırmalısın. Çünkü "İyi Hemşire" bunu hak ediyor... :)



Sevgiyle kal, mutlu kal okuyucu...

#yazmazsamolmaz 🦋🌸
#kubraslisen 🐧❣
#okudumbitti


7 Mart 2018 Çarşamba

Benim Kitaptan Dünya'm 📚: Ertürk Akşun - 18 Saat🌎⭐



"Bahane arandığında en kolay bulunan şeydir zaten." Syf. 168

"Hayat bir sokak değil ki bitsin Tolga'cığım, uçsuz bucaksız bir ülke o. Hayat dört duvarla kapalı bir oda değil, uzun bir yol. Sonunu kimsenin bilmediği bir yol hem de. Geride kalanlar, geride kalır. Çünkü yol hep ileriye doğru gider, geriye dönüşü yoktur. Terk ettiğinle bir daha karşılaşamazsın. Çok zordur bu. Yani önüne çıkan her gerizekalı yüzünden hayatı sorgulamayı bırakmalısın." Syf. 169

"Şehir ne kadar kalabalık olursa olsun, içinden birkaç kişiyi çıkarırsanız o şehrin anlamı kayboluveriyor." Syf.183

"Belki de aynı gökyüzündeki aynı uyuşuk buluta bakıp aynı hayalleri kuruyoruz... Hatta belki henüz birbirimizi tanımıyoruz. Buna rağmen ben yine de seni seviyorum." Syf. 248

"Alıp giderim kendimi ıssız bir sahil kasabasına ya da kendi ıssızlığımdan bir adaya..." Syf. 267

"Acı çekerken şiir yazarsın, mutluyken de şiir gibi yaşarsın..." Syf. 279

"Hiçbir şeye inanmayan bir adamın bile kendisine inanan bir kadına ihtiyacı vardır." Syf. 152

"Sizin buldum dediğiniz tüm cevaplara karşı, benim henüz sorulmamış tonlarca sorum var... Çünkü siz durdukça ben yürümek istiyorum." Syf. 150

"Benim tembelliğim sizin anladığınız bir tembellik değil. Benim tembelliğim zaman zaman saatlerce sırtüstü yatmakken, zaman zaman da birkaç gün hiç uyumadan kitap okumaktır. Benim tembelliğim sürekli tasarı değiştirmek, bir iş ortasındayken başka bir işe meyletmek, birini yarım bırakıp başka başka şeyler düşünmektir. Çok sevdiğim bir kitabı bırakıp başka birkaç kitabı karıştırmaktır benim tembelliğim. Benim tembelliğim, başkalarının bana buyurdukları şeylere karşı bir tembelliktir. Yoksa sevdiğim şeyleri yapmak konusunda toplumdaki herkesten çok daha fazla çalışırım. Ortak bir yaşama alanında cereyan eden tembellik, o topluluğun sonunu getirirken, bireysel tembellik tamamen yaratıcılığı ortaya çıkarır." Syf. 147

"Çoğu zaman en iyi sığınak gerçeğin ta kendisidir." Syf. 145

"Gözümüzle gördüğümüz her güzel şeyin arkasında mutlaka bir giz ya da acı saklıdır." Syf. 8


Bir kitabı en iyi anlatan şey; içinde barındırdığı kelimelerden oluşan cümlelerdir. Bunca altı çizilmiş cümleden sonra hala daha okunmaya değer bir kitap olduğundan mı bahsetmeliyim? Kurgusu, konusu, içeriği.... Sanırım tüm bu alıntılar okumanız için size bas bas bağırıyor... :)

#yazmazsamolmaz 🦋🌸
#kubraslisen 🐧❣
#okudumbitti

17 Ocak 2018 Çarşamba

Benim Kitaptan Dünya'm 📚: Öğrendim Ki - Gülben ERGEN🌎⭐

Selamlar Sevgili Okuyucu;

Bir kitap önerisi ile daha karşınızdayım! :)

Aslında bu kitabı okuyalı çok bir kaç oldu ama yazmaya ancak fırsat bulabildim. Bilen bilir İstanbul'da yaşamak meşakkatli iştir. Hele benim gibi hem çalışan, hem okuyan, hem minnak bir bebesi olan bir insansanız bir çok şeyi yapmak artık sizin için bir lüks haline gelir.

Başkalarını bilemem ama ben kitapların o sonsuz dünyasına bir tek otobüslerde, minibüslerde dalabiliyorum. Yani bir tek şehir içi veya şehir dışı yolculuklarımda buna fırsat bulabiliyorum. Bu sebepten dolayı aslında kitabı bitirmem 3 günümü aldı. :)

Her neyse. Gelelim kitaba...


Gülben ERGEN hayatta öğrendiklerini yaşadıkları ile bütünleştirip; bir çeşit deneyimleme ve deneyimlerini başkalarıyla paylaşma yoluna gitmiş. Okurken Gülben'in izini, hayatını okuduğunuzu ama aslında tam da öyle olmadığını biliyorsunuz. Saf bir biyografi değil çünkü. Biraz da diyor ki bizlere: "Bakın ben bunları öğrendim hayattan, sizlerde bilin, kulağınıza küpe olsun."

Bir solukta okudum, bir solukta bitirdim. Okurken sıkmadı beni; zaman zaman gülümseten, zaman zaman hüzünlendiren bir hayat güncesi olarak kitaplığımın üst raflarında yerini aldı...

Tavsiye ederim; vakit kaybı hissi veren bir kitap değil zira...

O halde sevgili okuyucu bir daha ki tozlu sayfalarda görüşmek dileğiyle...

İyi bloglamalar...
İyi okumalar...
Ve hep...
Mutlu, umutlu yarınlara...
#yazmazsamolmaz 🦋🌸
#kubraslisen 🐧❣
#okudumbitti

10 Kasım 2017 Cuma

Benim Kitaptan Dünya'm 📚: En Güzel Abisi - Ahmet Ümit🌎⭐

Siz hiç bir semte anılarınızı, hatıralarınızı yüklediniz mi? Bir semtin sokaklarını karış karış gezip, o sokaklardan nice pislikleri temizleyip, nice haksızlıklara dur dediniz mi? Siz bir semtin önce abisi oldunuz mu? Sonra küstünüz mü sizi abisi ilan eden o semte?

Kitabın konusu, anlatımı ya da sürükleyiciliği hakkında yorum yapmamıza gerek yok sanırım... Bir Ahmet Ümit kitabı zira...

Ancak kitapta anlatılan hikayeye söylenecek çok şey var. Okurken nerede kalsam, biraz daha okusam, ardından ne gelecek acaba diye düşünüyorsunuz sürekli...

Bir yazarı, bir polisi, bir genç kızı, bir kabadayıyı, bir göçmeni okuyorsunuz.... Sayfaları çevirdikçe farklı farklı hayatların içerisinden geçiyorsunuz; karanlık bir tünelden geçer gibi... Ve işlerin sarpa sardığı bir noktada gözünüzün önünde duran gerçekle yüzleşiyorsunuz. Bammm!!! Asla tahmin edemeyeceğiniz bir son, masumiyette saklı olan bir kötülük. Aşka olan saygı, aşık olduğunuza karşı olan korku!

Bir cinayet kaç yerden vurabilir sizi. Bir cinayet kaç gerçekle yüzleştirir. Kaç tane ölü beden masum bir aşkı sıradanlaştırabilir. Ve kaç aşk bir cinayete tanıklık edebilir?

Hepsinin cevabı için sayfaları yavaş yavaş çevirin.

Sonra da yazarın kurgusuna hayran kalacağınız o sonu bekleyin!

İyi okumalar...

#yazmazsamolmaz 🦋🌸
#kubraslisen 🐧❣
#okudumbitti



29 Eylül 2017 Cuma

Benim Kitaptan Dünya'm 📚: Aşk Kapıyı Çalınca - Susan Elizabeth Phillips 🌎⭐

ABD'li aşk romanlarının bir numaralı yazarlarından Susan Elizabeth Phillips'in romanlarından bir tanesi olan "Aşk Kapıyı Çalınca" son okuduğum ve okurken müthiş bir keyif aldığım kitapların başında geliyor... 

Yazarın kullandığı dil, olayların akışındaki kusursuzluk ve hikayenin bütünü o kadar sürükleyici ki... Bir solukta okuyup bitirmek istiyor insan...

Hikaye bir zamanlar Amerika'nın en sevilen dizisinde (Scip&Scooter) başrol oyuncusu olan Georgie York'un kocası tarafından aldatılmış ve boşanma süreci ile biten evliliğinin anlatılmasıyla başlıyor... 

8 yıl önce bir dizinin başrol oyunculuğunu yapmış ve en parlak dönemlerinden birini yaşamış olan bu naif ve fedakar kadın sonraki yıllarda çektiği filmlerde aynı başarı ve popülariteyi yakalayamamış olsa da hala paparizelerin peşinden koştuğu bir ünlüdür ve bir zamanlar baş rollerini paylaştıkları dizinin aktörü olan Bram Shepard'dan nefret etmektedir. Bram ise çocukluğunda yeterince ilgi görmediği babası sebebiyle psikolojisi alt-üst olmuş ancak dizinin üzerinden geçen 8 yıl içerisinde bulaştığı tüm kötü alışkanlık ve pis işlerden kendisini kurtarmış, göründüğünün aksine kendisine yatırım yapmış bir adamdır.

Georgie, Bram'dan işleri sürekli olarak berbat ettiği ve ne yazık ki içten içe bir zamanlar aptal gibi ona aşık olup kendini kullandırttığı için nefret ederken, Bram ise Georgie'nin sürekli iyi aktör olarak görünüp kendisini hep kötü bilmelerinden (-pek de haksız sayılmamalarına rağmen) nefret etmektedir.

Kitap bu iki karakterin nefret, ihtiras, zevk arasında kaybolup ilginç bir şekilde başından geçenlerin anlatıldığı dolu dizgin bir aşk hikayesini anlatıyor... Kitabın sayfalarını her çevirişinizde ardından ne geleceğini merak edip büyük bir heyecanla geziniyorsunuz satır aralarında ama iş o kadarla da bitmiyor. Sona geldiğinizde okuduklarınız size "Vay Beee, tahmin etmiştim aslında" dedirtiyor... Ve ister istemez yer yer gülümseyerek, yer yer kaşlarınızı çatarak okuyorsunuz kitabı...

Yıldızının parladığı ilk günden beri babasının inanılmaz bir kontrol mekanizmasıyla koruduğu Georgie'nin artık kendi hayatını kendisinin yönlendirmek istemesiyle başlayan bu yolculuğu, en nefret ettiği adam olan Bram ile bir şekilde evlenmesiyle içinden çıkılmaz bir hal alıyor... Bram'in söylediği yalanlar çoğunlukla Georgie'yi deliye döndürse de zamanla karşılaştığı gerçekler onun Bram'dan daha fazlasını beklediğini ortaya koyuyor...

Bram ise bir zamanlar kaybettiği şan ve şöhretini bu şanssız evlilikle toparlayıp sektöründe kaybettiği o güveni kazanarak eski şaşalı günlerini geri kazanmaya çalışıyor. Zaman zaman Georgie'ye söylediği yalanlar aslında bu yolda ilerlemesi için bir seçenek olsa da Bram, şans eseri evlendiği ancak belli bir süre evli kalmak zorunda olduğu Georgie'de kaybettiği şeylerin daha fazlasını bulmayı istediğini geç de olsa fark ediyor... 

Tüm bunlar arasında devam eden hayatları, kırılan kalpleriyle ayrı düştüğünde siz, muhteşem bir sonla karşı karşıya kalacak ve büyülenmiş bir şekilde elinizden kitabınızı bırakarak "Waoww" diyeceksiniz.. 

Mümkün olan en kısa zamanda zevkle okuyabileceğiniz bu kitabın kütüphanenizde yer alması dileğiyle... Hoşça kal, sevgiyle kal, kitaplarla kal okuyucu...


Aşk Kapıyı Çalınca
Kategori: Roman - Çağdaş Dünya Edebiyatı
Orjinal Adı: What I did for love
Yazar: Susan Elizabeth Phillips
Çevirmen: Sevinç Tezcan Yanar
Üretici: Pegasus Yayıncılık
Kapak: Yunus Bora Ülke
Yayın Tarihi: 2010-02-19

#yazmazsamolmaz 🦋🌸
#kubraslisen 🐧❣
#okudumbitti





8 Mart 2017 Çarşamba

Canımın Taaaa İçindekine...

Merhabalar Sevgili Okuyucu.

Güzel ülkemin güzel mevsim geçişlerini izlerken bugünlerde, insanların da mevsimler gibi değişmesini izliyorum... Hani mesela bahar olup çiçek açarlarken birden kış olup buz kesebiliyor olmalarını... Samimiyetsizliklerini, inançsızlıklarını, yalanlarını... İzliyor ve şaşırıyorum...

Küçüklüğümden beri bana öğretilen şey samimiyetti. Ne bileyim yani hani bir laf vardır ya "Ben babamdan böyle gördüm." deriz. Ulan ben babamdan böyle görmedim be! Ben her durumda ve her koşulda babamın hayran olduğum erdemleri ile hayata baktım...

Babam derdi ki "Bu dünyada her ne görürsen gör, dürüst olacaksın! Yalan dolanla iş çevirmeyeceksin." Asla yalan söylediğini ve asla kendisine yalan söyleyeni affettiğini görmedim. Belki babam yalandan bu kadar nefret ettiği için, insanlar ona hep yalan söyledi ama o gene de dürüstlüğünden ödün vermedi. Ve belki de babam bu kadar lafının arkasında duran bir adam olabildiği için ona benzedik bizlerde. "Yalandan nefret ediyorum." derken sıralamadık yalanları hiç; neysek o olduk. Bazen kaybetmemize sebep olsa da bu durum; gene de ödün vermedik. Bazen susmamız gerektiğini bildik; bazen ne varsa sayıp dökmesini. Ama her durumda doğruluktan geçen yollarımıza, her durumda yalanlarıyla etrafımızı saran insanlar çıktı. Yollarımızı kirlettiler onlar; zedelediler neye inancımız varsa. "Bir daha" dedik. "Bir daha asla!" Ama bizim gibi insanlar yüzlerce kere de aynı şeyi yaşasalar yüzlerce defa daha gene güvenmek isterler. İşte bu yaşadığımız yıkımları hak ettiğimizin göstergesidir. Ama ne var biliyor musun okuyucu? Her yıkımdan daha güçlü kalkan insanlar bir gün mutlaka hakikati bulurlar. Kalbinizi kirletmezseniz şayet; bir gün mutlaka tertemiz kalbiyle yanınızda duran birine bakıyor olursunuz. İnancınızı kaybetmeyin!


Şimdi dönüp etrafıma baktığımda gördüğüm bütün yüzlerde biraz samimiyet arıyor olmamın sebebi aslında budur. Dürüstlük, samimiyettir zira. Dürüstlük, cesarettir. Dürüstlük, kendine güvendir. Birazcık kendinize güvenin be! Birazcık cesaret edin ulan! Hadi beeee! Çok da zor değil ama!

Bundan 3 - 4 yıl önce babamla yaşadığım bir tartışma sırasında hem ona hem de bana göre çok ağır bir cümle kurdum. Ki ben yüzüne karşı kurduğum o cümle ile aramızdaki birçok şeyi yıkmayı teklif ediyordum aslında. Zira bazı cümleler ömür boyunca unutulmazdı. Bazı cümlelerin açtığı yaralar asla kapanmazdı. Babam için çok zordu bence o cümleyi duymak. Benim için ise, bana o cümleyi kurdurtacak hale gelmem; beni buna itmiş olması... Asla kabullenemeyeceğim, asla unutamayacağım bir andı o an. Zaten hayatım boyunca iki anı asla unutmamışımdır; unutamam. Her neyse. Sonuç olarak o cümleyi kurabilmemin bir sebebi vardı! Haksızlığa uğramıştım, suçlanıyordum ve tabii ki davamda haklıydım. Bu durumda ben babamın aynen bana öğrettiği gibi yaptım. Karşımda kim olursa olsun davamda haklıysam, hakkımı korudum. Bana bunu öğreten de kendisiydi, bana bu kadar gururlu ve cesaretli olmasını öğreten de... Gün geldi bana şunu diyebildi mesela; "Her şeye rağmen bu hayatta asla yıkılmazsın. Çünkü sen benim aynamsın." Aynasıydım. Çünkü onun gibiydim. Aynasıydım; çünkü ne kadar karşı çıkarsam çıkayım gene de unutmuyordum sözlerini. Aynasıydım; çünkü ne olursa olsun, ondan bir parçayım...

Şimdi bu yazı babama bir teşekkür olsun o zaman. Beni yalnız ve sessiz bıraktığı tüm gecelerde, boşluklarıma daha sıkı sarıldım ben. Beni güçsüz bıraktığı tüm anlarda her bir cümlesini hatırlayıp erdemlerine sarıldım ben. Babam dedim, bu durumda olsa böyle yapar mıydı? Babam dedim, böyle bir olay karşısında ne yapardı? O ne yaptıysa aynısını yaptım sonra. Allah'a inandım; kalbimi bozmadım. Bekledim, dinledim, durdum. Düşündüm, taşındım, planladım ve o şekilde hareket ettim. Korkmadım, korkutmadım. "Allah'ın adalet terazi asla şaşmaz." derdi babam. O terazinin doğru tartılmasını bekledim. Bu yüzden başımı soktuğum her beladan çok kolay kurtulabilirdim. Bu da benim şansım işte. Babam yani.


Öyle aşığım ki tarifi yok bu duygunun. Duruşuna, kalp atışına, en çok ellerine... Onun elleri benim kendimi güvende ve iyi hissettiğim... Onun içime çekmeye doyamadığım ahşap kokusu, dağınık saçları ve hep hüzünle bakan gözleri... Şimdilerde yılların verdiği yorgunlukla ifadesine yerleşmiş olan kırışıklıkları... Yumruklarını sıktığında sanki vücudundan çıkacakmışcasına beliren damarları... Benim babam... İlk aşkım, ilk hayranlığım... İlk kızgınlığım, ilk öfkem... İlk öğretmenim, ilk öğretenim... İlk ustam, ilk patronum... İlk kalp kırıklığım, ilk mutluluğum... Şimdilerde ondan uzak ama ona bir nefes kadar yakın; hayatta ve ayakta kalmaya çalışıyorum. Ve beni iyi yapan ne varsa biliyorum; hepsi özünde onun eseri.

Bana verdiği değerleri, bana verdiği sözleri, bana verdiği nasihatleri... Hep ondan aldıklarımı tuttum cebimde... Her zaman en çok ona kızdım ama her zaman onun anılarına sahip çıktım. Bazen o kadar çelişkili gibi duruyordu ki... Ama o benim bu hayatta yaşadığım, yaşayabileceğim en gerçek şeydi... Ben her koşulda ve durumda ondan asla vazgeçemezdim, onun da benden vazgeçemeyeceğini bildiğim gibi...

Şimdi dönüp ona defalarca teşekkür etmek istiyorum. Bakıp ona defalarca haykırmak; içimde olan her ne varsa... Gözlerinin en içerisine bakıp ağlamak istiyorum. Öyle sıkı sarılmak... Tek çaresi o çünkü biliyorum. Tek çaresi sarılmak. Kalbi benim için ölene kadar atacak olan tek adam. Babam. Canım, caniçim... Ruhumun ilk zedelenişi, yüreğimin ilk heyecanı... Gözlerimden okunan mutluluğun ilk sebebi. İlk acım, ilk aşkım...

Her ne vermişsen bana bize, bil ki önümüze çıkan bu dolambaçlı yolları aşmamızın en gerçek sebebidir. Nasıl bir cesaretle büyütmüşsün bizi; şimdi korkusuz olup her yola çıkabilmemizin nedeni... Nasıl bir merhamet yerleştirmişsen yüreklerimize; düşmanımıza bile kötü davranamıyor olmamızın sebebi. Bazen vazgeçecek gibi oluyoruz ya biz... Sonra hemen o kaşları çatık halin geliyor aklımıza ve "Bir dakika ya!" diyebiliyoruz. Sen bakışlarınla dahi tüm dünyayı korkutabilecek; sen en zayıf halinde bile dimdik ayakta durup tüm dünyayı karşına alabilecek kadar cesursun. Ne sanıyorsun şimdi. Senin gibi bir adamdan olup, senin gibi bir adamla büyüyüp, öğrenip de korkak olmak haddimiz miydi? Hey, dön bir daha bak eserlerine...

Biz senin aynan olmaktan gurur duyabiliriz ancak; binlerce kez şükürler olsun ki senin gibi bir adamın evlatları olarak bu dünyaya geldik; senin gibi bir adamın erdemlerine maruz kalarak büyüdük ve senin gibi bir adamın erdemleriyle hala daha büyümeye devam ediyoruz.

İyi ki varsın babam. Bir şekilde orada hala daha iyi ki sen hala varsın. Sen benim bu kahpe dünyada tertemiz kalabilmemin tek sebebisin. Sen benim bu yalan dünyada; "Kalbim bir melek!" dememin tek nedenisin. Çiçek kalbim senin en güzel bahçendir ve ben her şeye rağmen en güzel evimi sen bilirim... Sen benim en güzel yanımsın babam...



-kubraslisen

7 Şubat 2017 Salı

Aşktır Bencil Olan!


Hep istiyor insan biri olsun; sevsin beni. Biri olsun; sarılsın bana... Biri olsun da içim içime sığmasın mutluluktan... Biri olsun; aklım başımdan, kalbim göğüs kafesimden çıkıp ona ulaşsın... Kimileri için zordur sevmek ya; kimileri çabucak sever yani aslında sevdiğini zanneder. Bazıları için bir ilk aşk vardır, bazıları için son aşk. Bazıları için sevginin boyutları vardır; sürekli değişen... Bazılarının iyikileri vardır. Bazılarının keşkeleri... Bazılarının her şeye rağmenleri... Ve ben şimdi şunu çok iyi biliyorum ki biri olsun diye yüreğine alamazsın kimseyi ve sırf biri olsun diye söyleyemezsin iki kelime 13 harfi...

İçim içime sığmadığı zamanlarda aynadaki yüzüme bakarım ben... Karşımda bulduğum sureti seviyor muyum diye? Her sabah uyandığımda ayna karşısına geçer, gözlerimin içine bakar ve şükrederim Allah'a... Bu kadar sevgi dolu biri olabildiğim için. Ben her gün, her sabah en önce kendime iyiki varsın der ve en önce kendimi severim. Kendimi severek başladığım her yeni günde de çevremdeki insanları severim... İnsanın önce kendisini sevmesinin başkalarını sevebilmek için gerekli olduğuna inanırım çünkü... Yoksa, kendini sevmeyen bir başkasını nasıl sevebilirdi ki?

Bugün havanın güzelliğini fırsat bilip yürüyüşe çıktım... Temiz hava dolarken içime gülümsedim. Yürürken şarkı söyledim, yürürken içten dualar ettim, yürürken en güzel muhabbetleri yaptım yanımdaki insanla... Bazı anlar o kadar kısa ama o kadar güzeldir ki... Öyle bir andı, öyle bir saatti, öyle bir günün öğle vaktiydi işte...

Sonra tekrar bakıp çevreme, insanların ne kadar da sevgisiz olduğunu düşündüm. Ne kadar boş ve anlamsız şeyler için üzüldüklerini... Mesela bir çocuğun gülümsemesindeki sıcaklığı hissedememelerini... Mesela şu güzel havada, başını gökyüzüne kaldırıp o görüntüyü görmenin hissettirdiklerini hissedememelerini... Bir papatyanın güzelliğini... Ahhhh... Daha neler sayabilirim... Bu dünyanın yaşamak için aslında ne kadar da güzel şeyler verdiğini ve bizim onları ellerimizle nasıl mahvettiğimizi...

O zaman şimdi başa dönüp her şeyin sevgiye dayandığından mı bahsetmeliyim... Anlatsam ne fayda? Yazsam ne fayda... Günümüz insanlarının boş bakışlarında samimiyeti aramak? Allah'ım tam bir delilik. Günümüz sevgi anlayışının içerisinde masumiyeti aramak; ne büyük aptallık... Oysa isterdim ki yanımda benim bir aynam olsun...

İsterdim ki; her sabah önce kendini seven, sonra gülümseyip bakışları bakışlarıma değdiğinde yüzü ışıldayan biri olsaydı... İsterdim ki tutarken sımsıkı ellerimi, içim titresin... İçimin titreyişinden anlasın mesela ne kadar güzel sevebildiğimi... Bir gece yarısı şortlarımızla dışarı atıp kendimizi saçma sapan çabalarımızla basketbol oynasaydık... Ne bileyim isterdim ki bir kumsalda deli gibi eğlenebilseydik... İsterdim ki bir kış günü beceriksizce kardan adam yapıp, sonrasında deli gibi kar topu oynasaydık... Aslında isterdim ki birinin kalbinde nefes alabilseydim... Aslında isterdim ki... Yanımda benim gibi deli dolu bir şey olsun; sevgimi, sadakatimi, ilgimi... Her şeyimi bir tek ona sunsaydım; hem de kusursuz bir güven ile... Kusursuz güven, kusursuz sevgi... Kusursuz... İş kalbe gelince ben de her şey kusursuz... İş kalbe gelince geri kalan herkes defolu sanki...

Hadi be! Sizce sevgi nedir yani? Sizce sevilmek, sevmek nedir ki yani?

Bence sevgi bambaşka...

Öperken avuç içlerinden baktığın gözlerde, öperken avuç içlerinden burnuna dolan o kokuda...

Bence aşk yalan da sevgi bambaşka. Kalbinde hissettiğin o şeyi bir türlü tanımlayamadığın ama hissedince boynunda sevdiğinin çenesini ve sarınca elleri göbeğinden seni, gözlerini kapatıp gökyüzüne kaldırmaktır suretini...

Aşk bu koskoca evrende bir nokta ise sevgi o evrenin ta kendisi.

Bir insanın nefes alışverişlerini dinleyip, gülümsemek kadar masum.
Bir insanın gözlerinde gördüğün gökyüzü kadar sonsuz.
Bir insanın göğüs kafesine hapsolmuş yaşarken, kendi kalbini çıkarıp ellerine verircesine...

Aşktır bencil olan. Sevgi ise "Biz" diyebilen.

İki tür sevgi var derler bu dünyada... Biri eğerlerle başlayıp sonuna severim ekleyen. Diğeri rağmenlerle başlayıp sevdim, seviyorum ve de seveceğim diyebilen. Aşk bir eğer ise; sevgi daima rağmendir. Her şeye rağmen, herkese rağmen.

Şimdiiiiiii....

Sevgiye inanmalısın kalpten; her şeye rağmen.

Bence ellerini tutup kendine döndürdüğünde o elleri; titreyen bir kalbi hissetmelisin.
Sevmelisin evet. Korkmadan.
Korkmalısın evet; kaybetmekten. 
Ama bazen kaybetmelisin; tekrar bulduğunda daha çok sevebilmek için...

Bu dünya üzerindeki hiçbir gerçek, birini sevmek kadar güzel değil.
Bu dünyadaki hiçbir el, avuç içlerimdeki sızıyı alıp götürebilecek güce sahip değil; ellerimi tutan ellerde sevgi yoksa şayet.

Benim dünyamda sahte bir sevgiye yer yok işte bu yüzden.
Benim dünyamda sevgisizliğe yer yok.
Benim dünyamda saf sevgi var; herkese emanet edemeyeceğim...

İşte bu yüzden bir zamanlar söylediğim gibi:

"Defolup gideceğim o pis kalplerinizden! Çünkü ben, sevgisiz bir hayatı hiçbir zaman kabul etmedim, asla da kabul etmeyeceğim!"



"kubraslisen"

29 Ocak 2017 Pazar

Yarım Kalan Hikayelere "Yan Benimle"

Usulca kalkıp cama yöneldi kadın... Bu şehrin ışıkları altında ne kadar da güzel görünüyordu dünya. En tepeden en aşağı bakınca bir gece yarısı; masum kalıyordu her şey. Gece soğuktu, gece ayazdı... Gece yalnızlıktı. Birileri uyuyup uyanırken yataklarında, birileri gözlerini kırpmadan izlerdi bu şehrin ışıklarını... Evlerin sönen, sokakların yanan ışıklarını... Az sonra derinden bir nefes alıp arkasına döndü... Az önce yatağında kendisini sevdiğini söyleyen adama baktı: "Özür dilerim." dedi. Özür dilemeliydi; çünkü az önce kendisini sevdiğini söyleyen adama sarılmak istemişti. Sarılamamasının da bir sebebi vardı; anlatamayacağı...

Dönüp bir kez daha baktı adama; uyuyordu mışıl mışıl... Ama dağınıktı biraz; "Hay Allah" dedi. "Uyuyan insanın üstüne kar yağarmış. Bilmez misin be adam?" gülümseyip burukça üzerini örttü ve kendine bir kahve yapmak istedi. Kahve zihnini açardı; bulanık olan ne varsa netleşirdi birdenbire. Uyanırdı, ayılırdı, O da şimdi ayılmak istiyordu; yaşadığı bir rüyaysa eğer uyanmak, değilse inanmak korkmadan... Hepsi muammaydı ama. Heyecan bittiğinde sevgi de bitiyordu ya da sadece bahaneleri oluyordu saçma sapan.

Şimdi kalbini açsa bu adama yaralar mıydı onu? Açmasa anlayabilir miydi korkularını? Kabul ediyorum deseydi böylesini kırar mıydı kalbini? Ya da istemiyorum dese; hissedebilir miydi çekincesini... Bunların hepsi birer soru işaretiydi. Bazen konuşmak, duymaktan daha tehlikeliydi. Bazen duymak, görmekten daha can acıtıcı... Bazen yaşamak, ölmekten daha da kötü...

Belki de bu yüzden mühürleyip dilini hiçbir şey söylemedi Eflatun. Düşünmek belki de en doğrusu idi. Zaman her ne varsa iyi kötü; önüne bir bir koyardı. Bilirdi ki ne varsa yaşanacak, önüne geçemezdi. Bu yüzden susmasını bildi. Çok sonra fark etti. Adam uyuyordu; sahiden... Uyuyordu. Belki bedeni bu kadar uykusuzluğa karşı yorgun düşmüştü, bu yüzden bu kadar derinden uyuyabiliyordu. Belki de huzurdandı. Ya da belki de huzursuzluktan. Sebebi ne olursa olsun uyuyordu... Bir insan uyurken huzurlu olabilir miydi? Bilmiyordu Eflatun. Huzurla uyuyabilmiş miydi? Bilmiyordu; bir gece kafasında hiçbir endişe olmadan yastığa başını koyabilmiş miydi ki bilsin? Gözlerindeki hüznü gülücükleri ile kapatmadan bir gün geçirebilmiş miydi? Bilmiyordu. Ancak şimdi yatağın öbür tarafında uyuyan adama bakınca içinde bir yerlerde huzuru istiyordu. Delicesine korkmasına rağmen mutlu hissedebiliyordu mesela. Delicesine korkmasına rağmen ona güvenebiliyordu. Uğruna kaybettiklerini ve dahi kaybedebileceklerini düşününce bu pek de mantıklı gelmiyordu. Bazı kayıplar vermeden bazı şeyler kazanılmıyordu. Bunu hatırlattı kendine. Ama bazı kayıplar ölüm gibiydi. Bazı kayıplar; geri kazanılamıyordu. Zordu, yorardı, yıpratırdı... Kanatırdı, acıtırdı. Nefes almaya devam etmene rağmen ölürdün mesela...

"Bırak." dedi kendine Eflatun. Belki kendini bıraksa bu kadar korkmazdı. Belki korkmasa, dili başka yüreği başka söylemezdi. Belki endişe etmese, uyuyabilirdi. Belki düşünmese yarını, bugünde daha güzel bakabilirdi. Ümitsiz olmazdı. O zaman şimdi içinde hissettiğini, reelde yapabilme cesaretini bulup çıkarmalıydı. Her neredeyse o cesareti bulup çıkarmalı ve yaşamalıydı. Nasıl olsa yarın diğer tüm günlerden berbat olacaktı. Değiştiremeyeceği şeyler için o an hissettiğinden de vazgeçmemeliydi. Vazgeçmedi... Eğilip adama, yüzüne baktı... Sanki bir daha asla göremeyecekmiş gibi. Yüzünde gördüğü pişmanlık acıttı en çok canını. Yüzünde gördüğü belli belirsiz hüzün. Belli belirsiz kızgınlık, belli belirsiz kırgınlık. Belli belirsiz aşk. Belli belirsiz... Hepsi belli belirsizdi ama hissediliyordu işte. Bir insan aynı anda kaç şeyi hissedebilir diye düşündü. Sonra elini uzattı; gözlerindeki nemi silebilmek için... Sonra elini uzattı; ellerini tutabilmek için... Sonra tenine dokundu, tenini ezbere bilebilmek için. Sonra "Seviyorum" dedi duymayacağını ve duysa dahi anlamayacağını bile bile... "Evet dedi, seviyorum seni."

"Yarın gideceğini bile bile, bugün sevebiliyorum seni. Yarın öldüreceğini bile bile bugün nefes alabiliyorum seninle... Ölüyorum teninde..."

Her insan biraz korkardı aşktan. Her insan en güzelini yaşamak istemesine rağmen, en acısını tercih ederdi. Herkes biraz kaçardı, herkes biraz yalan söylerdi. Herkes biraz kızardı. Herkes kırardı biraz. Bu yüzden kadın herkesten farklı olarak kalmayı tercih etti. Gitmek istese gidebilirdi. Ancak tüm korkularına rağmen kalmak istedi.

"İnsan hayatta birileri tarafından bıçaklanacaksa sırtından; o bıçağı elinde tutanları da kendisi tercih etmeliydi."

O bıçağı eline Eflatun vermişti işte bu yüzden. Şimdi, tam da şuanda. Şu saatte. Bakarken yüzüne, severken kapalı gözlerini ve tutarken ellerini. Bir bıçak bırakmıştı onun ellerine... İstersen demişti. Eğer bunu tercih edersen razıyım o bıçağı sırtıma saplamana... Ama tercih etmezsen ben burada kalıp, uyurken seveceğim hep seni.

Adamın tercihi bu yönde olmamasına rağmen şimdi, şuan da her şeyi yanlış anlayabilirdi. Kızabilirdi, küsebilirdi, gidebilirdi. Bu adamın kapalı gözlerini, Eflatun'un yüreğine açmasıyla ilgiliydi. O halde dedi Eflatun. Yarın uyandığında gözlerini yüreğime açmayacağını bile bile şimdi son defa seveceğim özgürce seni..

Son defa sevdi Eflatun. Biliyordu. Kendini kandırmaktan başka bir şey değildi.. Biliyordu. Son defa sevebildiğini. Ve biliyordu o bıçağın mutlaka en ağır darbeyle vücuduna ineceğini. Kızamayacağını da biliyordu, yaşatmak için ölemeyeceğini de...

Bir tercih yapma şansı verdi Eflatun adama. Ya gideceksin ya kalacaksın. Adam bunu anlamadı. Anlayamazdı. Kimse gerçekten sevmediği biri üzerinde çok düşünmezdi. Eflatun her ne kadar bunun böyle olmadığına kendini inandırmaya çalışsa da biliyordu gerçekler böyle değildi. Kolayca gidebilenler aslında hiç gelmeyenlerdi. Kolayca silebilenler, aslında hiç sevmeyenlerdi. Kolayca üzebilenler, aslında hiç üzülmeyenlerdi.

Bir vicdan muharebesinde kalınca dönüp sana "Nasılsın?" derlerdi. Bir azap vurunca kalplerine dönüp gelir enkazlarına bakmak isterlerdi. Bu yüzden eline bir bıçak bırakıp, sarıldı adama. "Sen dedi. Elinde tuttuğun o bıçağı sana verdiğim için beni suçlayacaksın. Eğer o bıçağı kullanmamı istemediysen bana hiç vermemeliydin diyeceksin. Oysa bilmez misin? Önemli olan elinde olanı kötüye kullanmamaktır. Önemli olan her şeye rağmen kötüyü iyi yapabilmektir. Sen eline verileni kötüye kullanmayı tercih edebiliyorsan; karşındaki yeterince önemli değildir. Sen her şeye rağmen elinde olanı iyiye kullanabiliyorsan; gerçekten aşıksındır. Bir meleğe bıçak saplayabiliyorsan... Bir meleği öldürebiliyorsan... Seni uyurken sevebilen birini, uykusunda öldürebiliyorsan... Seni içinde güzel bilene, ben kötüyüm diyebiliyorsan... Aslında hiç sevmemişsindir."

"kubraslisen"


19 Ocak 2017 Perşembe

"Boşluk"

Selamlar Sevgili Okuyucu...

Bugünlerde evini özleyen bir insanım sadece... Neredeyse iki haftadır evinde doğru düzgün oturamamış bir insan...

Diğer insanları bilmem ama benim evim değerlidir. Dışarı çıkıp dolaşmak, gezmek... Evet, bunların da yeri ayrı ama her akşam dışarı çıkmak da beni bayıyor be kardeşim... Canım koltuğuma uzanıp miskin miskin televizyon izlemeyi özledim be...

Her neyse...

Şu sıralar yorgunum, halsizim... Biraz düşünceli, biraz kaygılı... Geçerli sebeplerim olmasına rağmen sevmiyorum bu hallerimi... Hiçbir sıkıntı uzun uzun düşünülüp, kendini sıkmana değecek kadar önemli değil. Hiçbir şey insan hayatından daha önemli değil...

Ne yapayım ki bazen engel olamıyorum bu hallerime... İçimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyor... Sanki ağlasam tüm sıkıntılarım bitecek, tüm kalp çarpıntılarım son bulacakmış gibi... Öyle alıştırmışım ki kendimi gülmeye, güldürmeye... Şimdi içimin acısını atamıyorum bile... Ağlayarak, bağırarak ya da herhangi bir şekilde. Oysa insan denen canlının gülmek kadar ağlamaya, heyecan kadar sakinliğe de ihtiyacı vardır...

Benimse sadece susmaya ihtiyacım var. Biraz sessizliğe, biraz anlayışa, biraz durgunluğa... Şu sıralar mesela en çok istediğim şeydir; bir deniz kenarında oturup saatlerce o güzelliği izlemek... Ya da ne bileyim... Yanarken gözlerimin önünde alev alev bir ateş; ellerimi uzatıp avuç içlerimi ısıtmak ve oturup o ateşin başında saatlerce o renk değişimlerini izlemek... Belki de en çok istediğim şey dişlerimi sıkmadan bir gece uyuyabilmek, dişlerimi sıkmadan, kendimi sıkmadan ağlayabilmek; hiç utanmadan hem de... Kendimden bile utanıyorum oysa gözyaşlarım yanaklarımı ıslatınca... Kendime o kadar kızıyorum ki...

Yaptığım ya da yapacağım hiçbir şey içimdeki bu boşluğu, bu yalnızlığı, bu korkuyu geçirmiyor. İnsan gerçekten bu hayatta birine koşulsuz güvenmek istiyor. Birine güvendiğinde bu ömür boyu sürsün istiyor. Birine inandığında, inançlarını yıkmasın istiyor. Biri olduğunda hayatında; nefes almak istiyor... Ve tüm bu özellikleri içinde barındıran o biri gün geliyor en büyük yıkıntınız oluyor. Öyle derinden yaralıyor ki sizi; sadece ona değil dünyaya küsüyorsunuz. İnançlarınız kayboluveriyor birdenbire... Güvensizliğin ne demek olduğunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Mesela eskisi gibi gülemiyorsunuz en içten halinizle; eskisi gibi ağlayamıyorsunuz öyle...  Yani biri olsun istiyorsunuz ya o biri mutlaka oluyor ancak sonrasında bütün duygularınızı alıp sizden, ruhsuz bir insana dönüştürüyor sizi...

İşte bu yüzden ben de şimdi dilemekten, beklemekten yoksun biriyim. Şimdi ben sadece evini özleyen biriyim. Şimdi ben sadece biraz huzur, biraz samimiyet peşindeyim.  Ancak tüm bunlar arasında kimseye güvenemeyen şu halimden de yorgun biriyim...

Ne dersin sevgili okuyucu,  sence ben bu kadar kırgınlığın arasında, bu kadar yorgunluğun içinde bir kez daha inanabilir miyim hayata? Yıkılanları toparlayabilir miyim ya da kendime yeniden bir yol çizebilir miyim? Sahi okuyucu, sen hiç kendini dipsiz bir kuyuda hissettin mi? Hiç dik yokuşları nefes nefese tırmanırken, sigarana sarıldın mı? Ölmek ister gibi, ölür gibi... Sen uykusuz gecelerini açıklayabilecek bir cümle bulabildin mi? Gülerken belli belirsiz; içinden hıçkıra hıçkıra ağlamayı diledin mi? Sen hiç kalbinin en derininin sızladığını hissettin mi?

Her şeyi en dibine kadar yaşıyor olmak nasıl bir duygu? Her şeyi iyi görmeye çalışmak? İyi olmak? İnanmak? Güvenmek?

Ve sonrası nasıl güzel bir hayal kırıklığı...

Söylesene sevgili okuyucu yürüdüğüm hangi yolun sonunda ışığı görebilirim ya da ben karanlığın içinde koşa koşa nefesimi mi kesmeliyim?

Sevgiyle kal, hoşça kal okuyucu...

kubraslisen

3 Kasım 2016 Perşembe

Büyük Şehirlerdeki Küçük Mahalleler

Selamlar Sevgili Okuyucu...

Uzun bir aradan sonra yeniden satırlara vurduk kendimizi... İnsan hayatın karmaşasına karışınca bir şeylere odaklanamıyor; ben de karıştığım o düzenin içinde debelenirken kendimi verip de bir türlü yazamadım işte... Bu gecikme için de senden defalarca özür diliyorum sevgili okuyucu...

Bir süredir iş, ev, çocuk arasında gidip geliyorum ancak bu gidip gelmelerin arasında beni en çok yoran nerede olduğumu tam olarak kestiremediğim iş yerim... Öyle ki sabah başka bir birimde başladığım mesaim, akşam başka bir birimde son buluyor... Aynı kurum içinde farklı birimlerde gününü geçirmek ayrı bir dert iken bir de her gün ya da her hafta başka bir şubede olmak iyice dengemi şaşırtıyor...

Bu hafta da yine birim değil şube değişikliğine giderek Ümrani'ye taraflarında çalışmam istendi. Farklı yerlerde çalışmaktan çok bir yerde düzenimi oturtamamış olmak canımı sıkıyordu ancak bir bakıma da her hafta başka bir yere gitmek; çalışanları tanımam, oranın işleyişini öğrenmem vb. bir çok konuda da bana fayda sağlıyordu... Bu nedenle "Hadi bakalım hayırlısı" deyip Pazartesi günü düştüm yollara.


İstanbul'da yaşayan ve burada çalışan insanlar bilirler; sabahları çekilen trafik çilesi yüzünden biraz daha fazla uyumayı tercih edip kahvaltıdan vazgeçeriz... İstanbul'da çalışan insanların büyük bir çoğunluğu kahvaltısını simitle yapar bir vapurda ya da bir simitçinin önünde... Ben de Pazartesi günü uykumdan fedakarlık etmeyip kahvaltıyı iş yerine bırakanlardan olmayı tercih ettim. İş yerinin yakınlarında bir pastahaneye girip bir simit almak istediğimi belirttim... Adam simidi paketlerken ben de cüzdanımda para arıyordum... Ne yazık ki bankadan çektiğim parayı cüzdanım yerine bir önceki gün giydiğim ceketin cebine koymuştum ve şuan üstümde para yoktu... Üzerimde para olmadığını anladığım an "Neyse kalsın." dedim. Adam da üzerimde para olmadığını anlamıştı tabi harıl harıl para aramamdan... "Abla yarın getirirsin, önemli değil." dediğinde ben şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım. Kendimi kötü hissettiğimden değil aslında, yıllardır bu şehirde yaşıyorum ancak ilk defa bana böyle söyleyen bir esnafla karşılaştım. "Teşekkür ederim ama gerek yok." dememe rağmen zorla simidi elime tutuşturup yolladı. Bu olay gülümsememe sebep olmakla kalmadı aynı zamanda hala daha böyle insanların olduğunu bilmeme de vesile oldu...

O gün şubeden hiç çıkamadım ve dolayısıyla adama parasını götüremedim. Ertesi gün ise adama götürüp parasını verdiğimde beni hatırlamıyordu. Vermesem de önemli değildi adam için... Bu da benim için ayrı bir şaşkınlık oldu tabi... Neyse gelelim Çarşamba gününe... O gün de param bittiği için sabahtan bankaya uğrayıp para çektim; bankanın da bütün  para vereceği tuttu. Ben parayı cebime koyup simitçiye doğru yol aldım; adama en baştan dedim ki "Abi, bütün param var bozabileceksen alayım." Adam da demesin mi? "Abla 2 simidin lafımı olur yarın ertesi gün bırakırsın al sen şunları." Ben gene bir şaşkın, bir hayretler elime simitlerimi alıp iş yerine geçtim. Öğle tatilinde ise paramı bozdurup adama borcumu ödedim. Düşünsenize birine 1 ya da 2 TL lik bir borcunuz var. Ne kadar şaşırtıcı...

Aynı gün, aynı hafta benzer şeyler başıma gelince dedim ki kendime; büyük şehirlerin küçük mahalleleri böyle işte... Daha samimi, daha içten... Daha insan... Korkuları yok mesela; verdikleri onlara geri döner mi dönmez mi? İnsan halinden anlıyorlar mesela... Gülümsüyorlar garip bir içtenlikte ve samimiler her ne yapıyorlarsa... Bu yüzden belki de tüm hafta boyunca daha neşeli, daha mutlu çalıştım. Dışarı çıktığımda endişe ettiğim şeyler daha azdı... Mesela yolda kalsam illa ki biri yardım ederdi; diğer semtlerin aksine...

Doğduğumdan beri İstanbul'dan nefret ettim; sırf bu kalabalık şehirde yapayalnız büyüdüğümüzü bildiğimden ötürü... İnsanlarım samimiyetsiz, vicdansız ve de umursamazlığından dolayı... Ancak gördüm ki bu koca şehrin içinde de bambaşka bir dünya varmış; kendi içinde iyiliğe bakan... Kendi içinde apayrı hayatlar yaşanan...

Bu hafta bu şehre inanmak için bir sebep verdi bana o pastahanede yüzüme gülümseyen adam, bu hafta bu şehre güvenmek için bir sebep verdi bana o simitleri elime tutuştururken içtenlikle bana bakan adam... Bu yüzden onlara bir teşekkür olsun bu yazı... Bu yüzden onlara benden içten bir gülümseme olsun bu sözler....

İyi ki hala siz ve sizin gibi insanlar var be...