izleyici etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
izleyici etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ağustos 2016 Cuma

Merhaba 26!


19 Ağustos...

Hayatın başladığı tarih; gözlerimi bu dünyaya açtığım tarih. Bu yüzden her sene bu tarihte beni arayıp en güzel ses tonuyla bana iyi dileklerini sunan insanlar var hayatımda... Bu yüzden her sene bugünü bir bayram gibi yaşarım ben.

Bu sene hariç.

Ben insanların bu dünyaya geldikleri güne yani doğum günlerine çok önem veririm. Bu dünya düzeni içerisinde birbirimizi sevdiğimizi özgürce söyleyebileceğimiz, defalarca tekrarlayabileceğimiz günlerdir bu ve bunun gibi özel günler. Hayat sanki bize "Unutuyorsunuz birbirinizi hatırlayın işte senede bir de olsa!" diyor gibi... İşte bu yüzden özellikle en sevdiğim insanlar tarafından böyle günlerde unutulmak ciddi anlamda beni yaralıyor... Beklediğim hediyeler, abartılı kutlamalar falan da değil aslında! Gülümseyen bir ses tonu, içten bir kutlama yeter aslında! Sene de bir gün dahi olsa mutlu olmak, sevildiğini görmek çok değil bence. Neyse!

Hayatımın en büyük çıkmazında olduğum bir sene 2016. Hayatımın en büyük çıkmazında olduğum bir yaş 26. Yanımda olmasını istediğim bazı insanlar yoklar mesela; kaybettiğim ve bir daha asla kazanamayacağım insanlar... Onlarsız da nefes alabiliyorum ama onlarsız yaşayamıyorum işte. Yaşamak ile nefes almak arasındaki o farkı en ağırından hissediyorum şimdilerde...

Bu sene diğer tüm senelere göre heyecanla beklemedim doğum günümü, bu sene doğum günümde ortalarda değildim. Sessizce bekledim sadece. İki kez pasta kestim ve ikisinde de "Sen kabul et Rabbim!" diyerek dilek diledim. Uzun zamandır dilediğim bir dileği bu sene doğum günümde tekrar ama tekrar diledim...

Geriye dönüp baktığımda 26 yaşımı hatırlamamayı isterdim. Bu senenin hafızamdan uçup gitmesini isterdim... Bu senenin bir an önce bitmesini isterdim. Bunları yaşayacağımı bilseydim 26 yaşını hiç görmemeyi dilerdim... Böyle bir hayatı yaşamak zorunda kalacağımı bilseydim bu günlere gelmeyi hiç istemezdim. Şuan nefes almıyor olmayı dilerdim diğer tüm doğum günlerimde...

Üzgünüm sevgili 26 yaşım; bana uğurlu gelmedin. Üzgünüm 26 senem, bunca yıl içerisinde benden sadece bir şeyler çalan hayata karşı yeterince güçlü olamadım. Ben başaramadım. Evet. Kabul ediyorum, yapamadım. Şimdi ise pes ettim! Hayatın bana sunacaklarını bekliyor ve izliyorum geçip giden zamanı. Kabullenmeyi öğrendim ve yalan mutluluklarla da nefes alınabildiğini gördüm.

Ben çok yıprandım 26 yaş. Sen gene de hoş geldin, sefa geldin. Ancak bilmelisin ki ben artık daha fazlasını görebilmeyi isteyecek kadar hayat dolu değilim. Ben artık pes ettim.

Anlıyor musun?
Duyuyor musun?

Pes ettim.

Bu yüzden hoş geldin 26 yaşım; sen bana en çok "Vazgeçmesini" öğrettin!

- kubraslisen
19 Ağustos 2016

17 Haziran 2016 Cuma

"Kadıköy'lü Aşklar"



Mesela her sabah yürümek isterdim seninle Rıhtım'da... 


Bir hafta sonu kahvaltısı yapmak isterdim Haydarpaşa'ya bakarken gözlerimiz ve ellerimizin arasında dururken simitlerimiz... Yudumladığın ayranın dudaklarında kalan kısmına gülümseyip, dalga geçmek isterdim belli belirsiz. Gülüşürdük içtenlikle...


Kadıköy'ün o eskimiş banklarından birinde otururken biz, sağ tarafta tezgah kuran gençlere takılırdı gözlerimiz... Hemen sonra dolunca bir Karadeniz Türküsü kulaklarımıza sarılırdık birbirimize aşk ile... Sen hep yaptığın gibi içinden söylerken tüm o sevgi sözcüklerini, ben tutamazdım ki çenemi... Defalarca fısıldardım kulağına "Seni Seviyorum" diye... Her söyleyişimde daha içten gülümserdin bana; gülüşünden öperdim...


Ben seni hep güzel severdim... 

Susuşlarından bildim; sen beni en derininde hissettin. 


Bir hayalden ibaret olmasına rağmen şimdi; seni Kadıköy'ün en kuytu sokaklarında sevmek isterdim. Ben küçücük hayallerimi bile bir bir yıkışına aldırmadan gene de seninle en güzel aşkı yaşamayı istedim, isterdim... Bir simit eşliğinde içilebilecek ayran kadar basit ama dünyaları feda edebilecek kadar çok şey istedim...


Sen benim hayallerimin en güzel katiliydin ve ben bana sarılışından bildim; seni sevmekten asla vazgeçemezdim...

#yazmazsamolmaz #kubraslisen #yazar #edebiyat #deneme

19 Mart 2016 Cumartesi

İnsan ne için yaşar?

Bugünlerde en çok sorduğum soru bu kendime... Hayat denen bu ucu açık konu içerisinde insanın yeri nedir? Her insanın kaderi farklı farklı ise; her insan farklı bir amaç için mi nefes almaya devam eder?

Anlatsana be kardeşim! Ne için yaşıyorsun...

Yaşlı, başlı, görmüş geçirmiş ya da ununu eleyip askıya asmış bir insan değilim elbet. Hayatının baharında, küçük bir insan evladıyım sadece; evladının gözlerinde mutluluğu bulan.


Ancak eksik bir şeyler var ve ben onları tamamlayamıyorum. Hayatıma dönüp baktığımda doğduğumdan beri önemsediğim şeylere aslında hiç sahip olmadığımı olamadığımı fark ediyor ve soruyorum kendime "Ne içindi o zaman?"

İşte bu sorunun bir cevabı yok!

Hayatımda önce sevgiyi önemsedim ben. Sevmek ve sevilmek. Eğer sevgilini seversen onunla mutlu olursun; zira onun türlü türlü dangalaklıklarına, öküzlüklerine, kıskançlıklarına katlanırsın. Eğer anneni-babanı kısaca aileni seversen içeriği bozuk ve karmaşık bir hayatın olmaz ve dolayısıyla insanlarla da çarpışık ilişkiler kurmazsın. Okulunu, okuduğun bölümü, mesleğini seversen işini en iyi şekilde yaparsın. Evini seversen, oraya gittiğinde huzurlu hissedersin, çocuğunu seversen iyi bir birey yetiştirirsin...

Ve sevilirsen hep daha iyi bir insan olursun. Hele ki sevdiğin insanlar tarafından seviliyorsan ne ala!



Kendini sevmekten başlıyor işte hayat! Zira kendini seven bir insan, başkaları tarafından da sevilebiliyor. Ancak kendini sevmeyen insanlar sürekli depresif halleri ve karamsar olmaları sebebi ile bir süre sonra karşıdaki insanı gerebiliyorlar.

Ne yapalım o zaman?

Nereden başlayalım sevmeye?

Hangi yolun sonunda dönelim hayallerimizden,

Ve!

Hangi başlangıçta Dur! diyelim umut ettiklerimize...

Ne yapalım sevgili okuyucu, ne yapalım?

Nasıl yaşayalım dersin!

Bu zorlu hayat koşullarında neleri önemsemek bizim için daha doğru olur dersin?

#kubraslisen

8 Mart 2016 Salı


Karmaşasında kaybolursun hayatın; bir sabah kalkarsın ve umutlarını yeşertirsin içinde. Gün geçer akşam olur ve yastığına başını koyduğunda yine umutsuzluk sarar bedenini; yeşerttiğin umutlara inat!

Hepsini unutursun birden bire… Aynı hızla gelip geçer umutlandığın şeyler. Çünkü hayat unutturur sana aslında olmak istediğin yeri ve zamanı… 
Hep daha önemlidir, önemsiz birçok ayrıntı ve hep daha aza indirgenmek zorundadır hayaller…
Kitap gibidir hayaller ya bir solukta okursun, ya aylarca yıllarca okur okur bitiremezsin ya da kapağını açar şöyle bir bakar ve sadece rafa kaldırırsın..
&
Hayallerde güzel derler! Peki gerçekleşmeyecek olan hayaller? Onlar da güzel mi sahiden?
Şimdi yık bir bir hayallerini, onlar şizofrenik ruhunun kalıtsal bir örneği. Sen gerçekleri düşün; uyut hayallerini… Bilmelisin ki hayallerin uyutuyor seni!
#kubraslisen

25 Ekim 2015 Pazar

Ben Kim Miyim?

1990 Yılının bir pazar sabahı dünyaya gözlerine açmış bir küçük kız çocuğu...

Çocukken oyuncak bebeklerine elbiseler diken ancak bunu pek de düzgün yapamayınca kendini sokaklara atıp kız kıza maç yapan, sokak voleybolu oynayan arada saklambaça da kafayı takan; annesinin dört küçük kızın saçlarıyla ilgilenmekten usandığı için sürekli erkek tıraşlı saçlarıyla ortalarda dolaşan ve hep asi olan bir küçük kız çocuğu...

Ortaokulda "Japon Asker" lakabını almaya hak kazanmış, öğretmenlerinin "Çok konuşuyorsun Kübra! Ama o kadar mantıklı konuşuyorsun ki insan sus da diyemiyor sana!" dediği geveze kız...

Kekeme olan Türkçe öğretmenine olan düşkünlüğü ile kitaplarla tanışması başlayan... 



Ortaokuldayken Türkçe Öğretmenime müthiş derecede bir hayranlığım vardı benim. Sayesinde okul kütüphanesinden çıkamaz bir hale gelmiş ve okulun o küçücük kütüphanesinde Ünver Oral'ın tiyatro içerikli kitaplarıyla tanışmıştım. Bu kitaplar serüvenimin başlangıcıydı; öğretmenimden de cesaret alarak yazarın adres bilgilerine ulaştım ve kendisine bir mektup yazdım. Bir süre mektuplaşarak onun deneyimlerini okudum ve ben de bir yazar olmak istediğime karar verdim. Ancak ilk yazdıklarım hep tiyatro türünde şeylerdi. Bunları öğretmenime okutuyor ve duyduğum güzel yorumlarla daha da hevesleniyordum... Bir süre sonra öğretmenim yazdığım bir tiyatro türünü çok beğendi ve okulda sergilemek istediğini belirtti. Uzun uğraşlar sonucunda yazdığım şeyi okulumuzun tiyatro sahnesine taşıyabilmiştik. Bu benim o zamanlar gerçekleştirdiğim ilk başarımdı... Sonraları edebiyat alanında düzenlenen tüm yarışma ve programlara katılmaya özen gösterdim... Bazılarında başarılı oldum, bazılarında olamadım...


Nitekim ortaokul bitti ve liseye başladım. Liseye başladıktan sonra biraz ara verdim bu alandaki çabalarıma... Ancak yazmayı bırakmadım. Arkadaşlarımın hayatlarını, lise aşklarımızı, zamanı o an içimden geçen her şeyi sürekli yazıyor ve yazarken mutluluk besliyordum... 

Lise bittiğinde telaşemiz üniversite heyecanı oldu. Beklediğim ve hayal ettiğim gibi Edebiyat okuyamadım, ailevi bazı problemlerimizden dolayı adapte olamadığım derslerim ancak Pazarlama okumama yetecek bir puan almamı sağladı ve 2008 yılında Isparta'da buldum kendimi... 

Okul bittiğinde ise kendimi tekrar İstanbul'un karmaşasına atıp iş aramaya koyuldum. Ancak hayat çok da toz pembe değildi. Dolayısıyla umduğumuzu değil bulduğumuzu değerlendirecektik. Bu sebeple ilk iş deneyimim kasiyerlik oldu. Sonrası Tıbbi Sekreterlik, Asistanlık, Temsilcilik ve Acent'lık olarak devam etti..


Ve 2014'ün bir Mayıs sabahında oğlumla buluştum. Canıma; can parçama kavuştum...

Şimdi oğlumla yaşadığım büyük aşkın keyfini sürüyorum... Dolayısıyla çalışmıyorum.
Bir süredir kitap yazma çalışmalarıma ağırlık verdim ve blogla ilgileniyorum... 

Kısacası okuyucu ben bir küçük kalbin hayata hep gülümseyerek bakan haliyim...

Yaşadıklarım kimseden farklı değil ancak onlar benim...

Ve ben, beni ben yapan şeylerden asla vazgeçmeyenlerdenim...

Ben de tanıştığımıza memnun oldum ancak şimdilik hoşça kal;

Sevgiyle kal, mutlu kal okuyucu...